Ah, o eski Ramazanlar...


Ne zaman Ramazan ayı gelse, belli yaşın üzerinde olanlar ‘’Nerde o eski Ramazanlar ‘’ diye hayıflanırız dururuz. Özlediğimiz çocukluğumuz olsa gerek pek de haksız sayılmayız hayıflanmakta. Bizler büyüdük, yıllar geçti. Yoksa Ramazan yine o eski Ramazan, oruç;  yine o eski oruç. İbadetler, yapılacaklar hep aynı…

On bir ayın sultanı, her yıl on gün erken gelerek, bir ay evlerimize konuk olur. Bunun içinde Ramazan ayını dört mevsimde de yaşarız. Kiminin çocukluğu kışın kısa günlere, kiminin yazın uzun günlere rastlar. Hicri takvim ile miladi takvim arasındaki 10 günlük farktan dolayı Ramazan ayı her 33 yılda bir devrederek aynı güne denk gelir. Yani insanlar ömürlerinde bir den fazla zamanda hem yazın, hem kışın oruç tutarlar.

Bu yıl da yazın uzun günlerinden yavaş yavaş kışa doğru yol almakta Ramazan’ımız. Hicri takvimine göre üç aylar diye bilinen Recep, Şaban ve Ramazan ayları mübarek aylardır. İslam dünyası için büyük önem arz eden aylardır. Recep ayı hazırlık ayı, Şaban ayı hayır ve dağılma ayı ve Ramazan ise bereket ayı olarak bilinir.

Ramazan ayını önemli kılan etkenlerden biri de, dinimizin temel ibadetlerinden olan orucun bu ay içinde tutulmasıdır. Yüce Allah Kuran’da "…Kim Ramazan ayına ulaşırsa oruç tutsun" (Bakara suresi, 185. ayet) buyurarak, Ramazan ayında oruç tutulmasını emretmektedir. Bu nedenle Müslümanlar ramazan ayı boyunca oruç tutarlar. Ramazan ayı oruç, ibadet ve sabır ayıdır. Allah'ın rahmet ve bağış kapılarının açıldığı aydır. Sevgili Peygamberimiz, ramazan ayında içtenlikle yapılan dua, ibadet ve iyiliklerin Allah katında daha değerli olacağını bildirmiştir.

Ramazan ayında, Müslümanlar her gün imsak ile akşam vakitleri arasında oruç tutar, ibadet eder, mukabele dinler ve yatsı namazından sonra teravih namazı kılarlar. İslam dininde oruç, sağlığı yerinde olan her Müslüman için farz olan ve İslam’ın şartlarından olan bir ibadettir. Sağlık sorunları nedeni ile oruç tutamayanlar her günlük oruç ibadeti karşılığında fidye vererek borçlarını ödemiş olurlar. Ramazan ayı ihtiyaç sahiplerinin sevindirildiği ve fitre ibadetinin yerine getirildiği aydır. Her Ramazan ayının 27. gecesi Kadir Gecesi olarak kutlanır.

 Toplumumuzda olduğu gibi Afyonkarahisar’da da Ramazan ayına ayrı bir önem verilir ve bu ayın gelişi sevinçle karşılanır.  ‘’Ramazan geliyor!’’ diye günler öncesinden evler, camiler temizlenir, alışverişler yapılır, baklavalar açılır,  yardım edilecek fakir fukara saptanır, onlara bütçelerinin ölçüsünde yardım paketleri hazırlanır.     

Ramazanlı günler, özellikle çocukluğumuzda ayrı bir heyecan, bir başka sevinç yaşattığı için unutulmaz. İlk tuttuğun orucunu hatırlıyor musun?  Oruç tutan evin halkına özenerek, onlarla birlikte gece sahura kalkmak istersin, belki daha yaşın küçük olduğu için kaldırmak istemezler. Yatarken sıkı sıkı tembihlersin, gece sahura (ere) kaldırmaları için, kaldırmazlarsa yine de bir şekilde uyanır, sabah oruç tuttum sanırsın. Tekne orucu olur tuttuğun oruç. Gün içinde direkler dikilir, yersin içersin orucun bozulmaz! Küçük çocuklarını böyle ikna eder aileler.

Yedi sekiz yaşına geldiğinde artık tam gün oruç tutmalar başlar. Bir ay boyunca tutamasak ta ilk günü, kadir gecesi ve arife günü tutulurdu.  Hele ilk orucunda, sırtlarında gezdirirler evin büyükleri. Çocuğu oruca özendirmek için, ‘’Sevabı çok büyük bana sat’’ diyenlere sattın mı yoksa sevabını kendine mi sakladın? 

Çocuklukta tutulan oruçların sevinci bir başka oluyor. Her an orucunun bozulmaması için kendi kendine telkinler, ya unutursam diye korkarak en ufak tereddütte büyüklerin yanına koşmalar, ‘’Yüzümü yıkadım, burnuma su kaçmış mıdır? Orucum bozuldu mu?’’ ya da koşarken düşersin dizin kanar, yine koş annene ‘’Orucum bozuldu mu?’’ o kadar önemsersin ki orucunu, kılına zarar gelmesin. Sevabından haberin var mı acaba?

Sonra zaman kavramı… ‘’ Ezan ne zaman okunacak? Kaç saat var ezanın okunmasına? ‘’ gelir gider belki bezdirirsin evdekileri. Olsun, oruç tutuyorsun. Görüp de yiyemediğin yiyecekleri iftara saklama merakı. Yaz mevsimi ise, karpuzun iri kara çekirdeklerini özenle tek tek kırıp, içlerini ayırmak, tatlı kayısı çekirdeklerini yine aynı titizlikle iftara hazırlamak. Kış ise portakallar, mandalinalar kendince ayarladığın bir kenarda bekler iftarını.  Sokakta çok oynadığını sanıp, iki de bir eve gelir durumu kontrol edersin. Kendine verilen harçlıklarla, bakkala gidip o anda canının istediğini alabilmek, ne büyük hazdır. Aldığın şeker, çikolata gibi ne varsa iftarlıktır hep…

Ezan okunacağına yakın, annen sofrayı hazırlarken, ‘’Hadi ezanı dinle, bize de haber ver’’ diyen büyüklerinin başından savması ile kapının önünde ezan beklemeler, sanki evden duyulmuyor gibi. Ezan okunurken, büyük müjdeyi eve ulaştırmak için yıldırım hızıyla koşmak heyecanla ‘’Ezan okunuyor!’’ diyerek sofrada yerini almak… Dualarla bozulan oruçtan sonra gün boyu hazırladığın iştahla beklediğin yiyecekleri yemek ya da yiyememek…

Ramazan ayı, çocukluk anılarımda yer alırken daha çok iftar davetleridir aklımda kalanlar. Ramazan boyunca yakın akrabalar, komşular eş dost,  birbirlerini davet ederek, gülüş çığrış Ramazan ayına renk katmalarıdır. Davet edenler, sabahtan itibaren hummalı yemek hazırlığına başlar. Meydan sofraları vardır, düğün yemeklerinde, davetlerde ortaya çıkar, on, on iki kişinin oturabileceği büyüklükte yer sofralarıdır. Kalabalık ailelerde mutlaka bulunur.

Davetlerde ezan okunmasına en az bir saat kala, ortaya serilen sofra bezinin özerine konan meydan sofraları bazen davetlilerin sayısına göre iki ya da üç tane hazırlanabilir. Kişi sayısına göre kaşıklar çatallar özenle yerleştirilir. Mevsim salataları, turşular, hoşaflar sofrada yerlerini alır. Oruç bozmak için, tuz, zeytin, hurma, sular da konarak yavaş yavaş sofra tamamlanır. Sıcak pideler de kesilmiş hazır bekliyordur sofrada. Kalabalıklarda erkeklere ayrı sofra hazırlanır. Nedense erkeklerin sofralarına aşırı titizlikte özen gösterilir. Sadece ramazanlarda değil, her zaman Afyon’un erkeklerine özen gösterilir. Hatta bir laf vardır,’’Paris’e padişah olacağına Afyon’da damat ol!’’ diye öyle kıymetliler. (Afyonlu olmayan eşimde farkındadır bunun, her zaman her yerde söyler durur.)

Ezan zamanına yakın dumanı üstünde çorba ile misafirler davet edilir sofraya. Sofrada ezanı beklemek sevaptır denir. Ulvi bir huşu içinde dualarla ezan beklenir. Öte yandan ev sahibi, kendisine yardım edenlerle birlikte diğer yemekleri ayarlar. Ezanla beraber büyük gürültü ile top atılır, kaleye veya Hıdırlığa yakın evler sallanır nerdeyse.

Oruçlar niyet edilerek açılır. Büyükler çorbaya başlayınca, hep beraber kaşık sesleri ile mutlu, rahatlamış yüzler yemeye devam eder. Ev sahipleri,  yemeklerde bulunan kişilerin ayrı ayrı isimleri söylenerek aşırı ısrarlı tutumu pek yadırganmaz. ‘’Hadi Ahmet, buyur Allasen, darılırım, şundan da al ye, de hele ‘’gibi ısrarlar belirli aralıklarla devam eder. Israr olmasa sanki yemek yenmeyecekmiş gibi. Bu ısrarlar Ramazan ayına özgü değildir, her zaman bütün davetlerde, günlerde yapılır. Hasta iseniz, yemek yasaklarınız varsa bile ‘’Yiyemem dokunuyor’’ deseniz de ev sahibinin ‘’Bişey olmaz yeyver, bi dene hapından atıverirsin’’ diyen içten samimiyetine bazen karşı koyamazsınız.

Çorbadan sonra, Afyon’da mutlaka kebap olacak. Özel pidesi ile kuşbaşı sırt etinden kavrulup, sulu pişen bu kebap, sanırım sadece Afyon’a özgü bir yemek. (Ben Ankara’da kebaplık pide bulamam, ne kadar tarif ettimse anlatamadım fırıncılara. ) lokma lokma kesilen pideler, ısıtılıp, et suyu ile ıslatılarak servis tabağına konur. Üstüne de etleri ile yemek anında hazırlanır hamur olmasın diye.  Kebaptan sonra patlıcan yemeği gelir genellikle. Patlıcanın da yirmi iki çeşit yemeği mevcut, bunlardan birini yapar ev sahibi. Belki de patlıcan böreğidir yapılan, fırında pişirilmiş kat kat kıymalı, patlıcanlı, yumurtası da karışmış üzeri dilimli domates ve biberle süslenmiş bilinen böreklerden farklı bir yemek ya da patlıcan musakka üzeri nohutlu, kıymalı. Yaz, kış hiç fark etmez yemeklerde. Yazın tazesi yapılır, kışın kurusu…  Sıra yemekleri meşhurdur Afyon’un. Davetin büyüklüğüne göre on çeşitten kırk çeşide kadar yapılır. Tatlının ne tatlısı olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Üstü kaymaklı ekmek kadayıfı...   Arkasından bamya çorbasının verilmesi sindirim sorunlarının giderilmesi amacıyla Afyon yemek kültürünün önemli bir farklılığıdır. Birbirinden lezzetli yemekler yendikten sonra sofra duası yapar büyüklerden biri.

Birlikte yapılan iftarın ardından topluca teravih namazına yetişebilmek için camilere koşarlar. Her gece farklı bir camiye gitmek adettendir.  Evde kalanlar, ortalığı topladıktan, bulaşıkları yıkadıktan sonra, kendi aralarında eğlence düzenlerler. Genellikle genç kızlar olduğundan;  ortalığı şenlendirecek, düğün evine çevirecek biri ya da birileri bulunur mutlaka.  Gidenler teraviden gelinceye kadar hem oynarlar, hem de çayları hazırlarlar. Çocuklarda bu neşeli saatler içinde oradan oraya koşturarak kendi çaplarında unutulmayan eğlencelerini yaşarlar. Bazen cami yakınsa çocukları da götürürlerdi teravih namazına. Çocuklar, kendilerini büyümüş görerek, adam sınıfına kondukları için ayrıca mutlu olurlardı.

Teravih namazını kılanlar, camilerin ışıltılarına hayran, birlikte namaz kılmanın verdiği haz ve fazileti ile yüzleri nurlanarak eve dönünce,  Kızılay Maden suları onları bekler. Arkasından çaylar, sohbet, muhabbet sürer gider…  

Hele bir de zaman kış ise, kısa günlerin tutulan orucunun keyfine diyecek yoktur. Ne olduğunu anlamadan akşam oluverir. Teravih namazından sonra dünyanın vakti vardır sahura kadar. Eş dost sobalı evlerde, dışarısının soğuğuna aldırmadan sohbeti koyulaştırır, bazen çocuklara uyar, ‘’Yattı kalktı oyunu, yüzük bulma oyunu, kulaktan kulağa oyunu ‘’oynanırdı. Babaannelerin, anneannelerin, dedelerin, amcaların, dayıların, yengelerin ve çocukların kahkaha dolu sesleri arasından, tel helva yapılırdı. Rahmetli babam, nerden öğrendiyse yılda bir yapıverirdi eşe dosta ısrarlarla…

Bütün misafirleri başına toplatan halka şeklindeki kaynamış ağda şekeri, kavrulmuş unla, çektire çektire genişletilerek yapılırdı. Kuralı;  çektirirken şeker halkasını kopartmamak. Her seferinde katlayarak artan tel sayısının çoğalması helvanın özelliği idi. En sonunda lif lif ayrılmış halka kopar, koptuğu anda bir gürültü de kopar. Çünkü kimde koparsa o cezalıdır. Artık ceza olarak ne uygun görülmüşse ki en çok ta baklava, çerez alma cezasıydı bunlar.    Tel tel ayrılmış pişmaniye büyük bir iştahla yenirken‘’Ah o eski o eski Ramazanlar’’  dedirterek anılara kayıtlanacaktı.

Anılarımda kalan sahurları da renklidir Afyon’un. ‘’Sıcak sıcak yenecek’’ diye anneler, gecelerden hamurları yoğurur, börekler, bükmeler, ağzı açıklar tepsilerle sahura kadar açık olan mahalle fırınlarında pişirilirdi. Daha olmadı, katmerler yapılır. ‘’Hamur işi olmadan oruç tutulamaz ‘’diye bir görüş vardı o zamanlar. Çok duymuşumdur kadınlardan ‘’Benim adam hamur işi olmazsa yiyiverir orucunu’’ onun için yapılır hamur işleri, yanında vişne hoşafı ile niyetlenir yatılırdı.

Gün içerisinde kadınlar kendi aralarında mukabele yaparlar, Ramazan sonuna kadar hatim indirirlerdi. Bir ay boyunca dualarla, Afyonkarahisar’a ki türbeler, camiler, yatırlar gezilir,  davetlere gidilir, yaşlı büyükler ziyaret edilir, hayır duaları alınırdı.  Ramazanı huşu içinde geçirirlerdi. Oruç tutamayacak olanları kimse bilmezdi, yerken görmezdi. Oruç tutanlara karşı saygılıydı herkes. 

Şimdilerde bu gibi davetler, artık otellerde, restoranlarda; akrabaların hepsine birden bir kerede iftar yemekleri vererek geçiriliyor. Sadece yemeğe gelinmiş gibi, sohbetler azalıyor, muhabbetler kayboluyor. Çocuklar evlerde yapılan davetlerin sıcak ortamdan uzaklaşarak büyüyor. Evlerde yemek yapmak, misafir ağırlamak zor geliyor. Belki eski geleneklerini sürdürmek isteyen aileler vardır ama zamanla bunlarda tarihe karışacak.

Artık Ramazan geldiğinde eskisi gibi insanlar birbirini davet etmiyor ve komşuluk ilişkileri de bu sebeple daha yapay hale gelmeye başlıyor. Paylaşımın kısıtlı olduğu bir çevrede insanlar birbirinin kapısını çalmadan Ramazan ayını geçirmeyi yeğliyor. Bayram tatilinde bayramlaşmanın yerini ise tatil planları alıyor.

Ve top sesleri ile birlikte ezan sesini duymak için kapıda veya pencere bekleyen kulaklar artık televizyona bakarak orucunu açıyor.

Ramazan ayı, akrabalık, komşuluk ve kardeşlik ilişkilerini tazelemek, kuvvetlendirmek hatta yeniden inşa etmek için önemli bir fırsattır. Bu fırsatlar ne yazık ki kaçıyor.

Ramazanda sosyal dayanışma, tövbe, istiğfar, fakirleri, yetimleri, yoksulları, muhtaçları kollayıp gözetmek, orucun mahiyeti, fazileti, nefis terbiyesindeki rolünü iyice anlayıp uygulayabileceğimiz günlerdir.  

 

MÜRŞİDE AYHAN