Köyde bayram...


KÖYDE BAYRAM

Hayrettin Durmuş

Biz bayram namazından dönerken rahmetli annemi avluyu süpürürken bulurduk. Güneş bir başka doğar, rüzgâr bir başka eserdi o gün. Önceden yapılmış baklavalar, özenle tabaklara konulan lokumlar ve ferahlatan kokusuyla cam bir şişeden gülümseyen kolonya sabırsızlanırdı misafirleri karşılamak için. Büyükçe bir kaba, elvan şekerleri konulurdu her çocuğun ağzı tatlansın, gönlü şenlensin diye. Bir miktar da bozuk para hazır edilir, bayram ziyaretine gelen lise çağındaki çocukların “olmaz, almam, ne gerek  var?” sesleri arasında ceplerine sıkıştırılırdı. Yeni Bahar ve Yeni Harman büyükleri beklerdi tabakalarda yanmak için. Komşular ev atlamadan ziyaret edilir, sevinç her haneye götürülürdü.

Bir de “Bayram gelmiş neyime?” diye yanık türküler okuyan, “Yine mi geliyor karalı bayram?” diye feryat eden kadınlar canlanıyor zihnimde. Kimi eşini, kimi kardeşini, kimisi de öz evladını kendi elleriyle toprağa veren insanların bayrama rağmen yüreklerinde dinmeyen sızı, içlerinden eksilmeyen acı çocuk yaşta benim de yüreğimi dağlardı. Bayramın ne suçu vardı oysa. “Yarın bayram gelir âlem dirilir/ Ana baba yavrusuna sarılır” diyen bozlağımız her şeyi özetliyor aslında. Sevdikleri yanında olmadıktan, dosta kavuşmadıktan sonra bayram mı olurmuş?

Bir de arife gecesi, bayram sabahı ocağına ateş düşen evler vardır bayramın yangın yerine döndüğü… Biçilen “gök ekin” misali bir şehidin  haberi yakar yüreğimizi bayram günü. Ana baba, bacı gardaşın  feryadıyla ağlar tarih. Al bayraklı tabutları gördükçe neşesi kaçar bayramın…

Şehitler, canını bu cennet vatan için hiçe sayanlar… Bir de onların geride kalan emanetleri. Acaba ayakkabısız babaları, kara yaşmaklı anaları ne halde? Bir şehidin eşi nasıl yaşar onsuz? Yetim çocukları nasıl büyür? Mevsimler nasıl evirilir, bayramlar nasıl geçer? Verecek cevabın olmaz ve susarsın bir şehidin evi gibi. Bayram sabahı şehidin mezarı başında oturan ananın dalgın bakışları böler bayram sevincini…

Bayram günlerinin vazgeçilmezi radyolardan yükselen türkülerdi. “Gel otur yanıma canım sevdiğim/ Ayrılık mı olur bayram zamanı?” türküsünü göz ucuyla birbirini süzerek dinlerdi gençler. Gurbette olanların çoğu bayramda sılaya dönerdi. Kısa süreliğine de olsa toprak damlar şenlenir, çaylar demlenir, sohbet gece yarılarına kadar sürerdi…

Şimdi gel de şair Abdurrahim KARAKOÇ’un şu mısralarını hatırlama:

“Arife gecesi yer yatağında

Üstüme serdiğim bayramlar hani?”

İnsan büyüdükçe dertleri de çoğalıyor. Ülkemin bütün yoksulları koşuyor yalınayak içimde. Hele bir de yüreğin insanlığın ızdıraplarını yüklenecek kadar genişse…Yanmamışsa yüreğiniz ne anlatabilirim ki size?

“Yalnızız” sizin anlayacağınız. Derdimizi dökecek kimsemiz yok O’ndan başka? İnsanımız yoksulluğun, çaresizliğin girdabında kıvranıyor. Gündüz gündüze benzemiyor, gece geceye. Ne zaman yatıp, ne zaman kalktığımız belli değil. Heyhat! İnsanlar soluğu tatil köylerinde alıyorlar. Kapılar kilitleniyor bayram günü. Evde olanlarsa başka bir âlem. Kapının zilini çalan çocuklarsa, açılmıyor kapı yüzlerine. Modern dünya sabredemiyor bayrama, hızlı çağ yetişemiyor mahzun yüreklere. Çikolatalar çıkmıyor kutusundan. Çocuklar kalkamıyor oyunun başından. Sanal âlemden çıkıp bir türlü gerçek âlemle buluşamıyorlar… Herkes yalnız, herken kendi âleminde vesselâm. “Kimse Kimsesiz kalmasın” çığlığını kimler duyar acaba? Yunus Emre misali “gönüller yapmağa” talip olanlara ne mutlu.

Okuyucularımızın, kıymetli hemşehrilerimizin Ramazan bayramını kutluyor; sağlık, sevinç ve mutluluk içinde nice bayramlara erişmenizi diliyorum.