Türk Dili ve Kültürünün çağımızdaki önemi - 2
Doç. Dr. Müjdat KAYAYERLİ

Doç. Dr. Müjdat KAYAYERLİ

yazıyor...

Türk Dili ve Kültürünün çağımızdaki önemi - 2

19 Şubat 2018 - 10:09

Komşu medeniyetler,

Bulunan coğrafi konum,

Tarım, hayvancılık, ekonomik faaliyetler,

Türklerin kendine has karakter özellikleri,

İklim ve bitki örtüsü,

Yeryüzü şekilleri,

Bağımsız yaşama düşünces,i

Türk kültürü,  ahlak, yiğitlik, kahramanlık üzerine kuruludur. Alp ve Gazi’likten,  yüksek karakterli ve temiz kalpli, korkusuz, inanç ve irfanlı, milliyet perverdir. Cesaret, onur, gurur, şeref, dürüstlük ve merhamet, misafirperver oluş Türk ahlakıdır.

Oğuz Kağan: ‘’ O kadar büyüyelim ki gök kubbe çadırımız, güneş meşalemiz olsun’’

‘’ Sen ben yokuz, biz varız’’

Gökalp ‘’ Eski dost düşman olmaz.’’ Dostluğu,

‘’ Tuz ekmek hakkı” sadakat, ahde vefayı,

‘’ Dağ ne kadar yüce olsa, yol üstünden aşar” azmi ve sebatı,

‘’ Besle kargayı, oysun gözünü’’ nankörlüğü,

‘’ Başa gelen çekilir.’’ ise kader inancını ifade eder!

Bir mıh bir nal kurtarır, bir nal bir at kurtarır, bir at bir er kurtarır, bir er bir memleketi kurtarır.’’ atasözü ile sosyal iş birliği ve dayanışma kültürümüzü perçinleştirir.  ‘’ Kel ölür sırma saçlı olur, kör ölür badem gözlü olur.’’ Sözü de değerlerin  değişmesini bize yansıtır. ‘’Ateş olmayan yerden duman çıkmaz’’ Türk kültürü içinde askerin, teşkilatçılığın ve ordunun da büyük yeri vardır. Avrupa’dan üzengiyi Avar Türkleri yaymış, Çinliler ve Avrupalılar et konservesini Türklerden öğrenmişlerdir. Türk milletinde savaş sistemi hareket ve sürat üzerine kurulmuş, Türk devletlerinde buyruk adı verilen bakanlar ön plana çıkmış ve zamanla yönetimi ele geçirmişlerdir. Milli kültürümüzde kurultayların kanun yapma, hakanı denetleme ve onun yetkilerini kısıtlama, gerekirse kağanı azletme gücüne sahip olmak, demokratik bir nitelik taşır. Göktürklerde kurultay, halkın katılımıyla mayıs ayında yapılırdı. Asya Hun Devletinde Metehan’dan itibaren sene başında, ilkbahar ve sonbaharda olmak üzere üç defa kurultay toplanırdı. İlk kurultay dini nitelikli olur, ikincisinde bağlılık, hükümdar seçimi, törelere yeni hükümler konulması ve ülke meseleleri üzerine görüşülürdü.  Üçüncüsünde ise ordu teftişi, savaş taktikleri ve sayım yapılırdı. Devlet ve din işlerinin ayrı olması, ilk hareket Tuğrul Bey’in Abbasi halifesinden doğu ve batının hükümdarı unvanını almasıyla başlar. Yeni Delhi Sultanı Alaeddin Kalaç da ‘’Devlet ve din ayrı şeyler olup biri hükümdara diğer kadı ve müftülere aittir’’ demiştir.

Türk-İslam devletlerinde hükümdar genel olarak saray, ordu, hükümet ve adalet olmak üzere dört kurumun başıdır. Atalarımız babaya kang, anneye öğ, başlık parasına kalıng, çeyize eğne/yumuş, düğün yemeğine de törün demiştir. Çadıra yurt, ölüme uça barmak, kefene ise eşük derlerdi. Güreş de ata sporuydu. Vakıf kültürü Uygurlarla, Ahi teşkilatı da Selçuklularla başladı.  Türk devletlerinin temeli törelere dayanır, devletin varlığını uzun süre devam ettirmesi için töreye uyulması gerektiği inancı yerleştirilmiştir. Tutmaç 11. yy’ da Türklerin milli yemeği idi. Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi II. Mahmut döneminde kabul edilmişti. Mecelle ile Osmanlı’da adliyede hukuk birliğinin temelleri atılmıştı. İlk Türk devletlerinde vergi, askerlikten sonra gelen en önemli konudur. Çav adı verilen kağıt para Tang hanedanlığınca kullanılmış olup, tımar sistemi Musul Atabeyliği sayesinde Mısır’a geçmiştir. Çiçek aşısını ilk uygulayanlar Uygur Türkleridir.

Kök Türk alfabesinin ilk örneği Yenisey Yazıtları, en gelişmiş örneği Orhun Anıtlarıdır. Bu alfabeyi Bulgar, Hazar ve Peçenek Türkleri de kullanmışlardır.

Koçbaşı şeklinde olan Balballar’a Anadolu’da Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinde rastlanır. İlk büyük Türk Hattatı da Amasyalı Yakut’tur. Türklerde çifte minare, devleti ve devletin gününü temsil eder. Günümüzde milli kültür ile birlikte milli sanatlarımız da ölüme terk edilmiştir. Kültür sanatımız da yabancılaşma hızla devam ediyor. Milli kültürden kopuş, kendi milletinde yabancı ve kimlik sorunu olan nesiller yaratır. Bu durum milletin kendi geleceğini kendi eliyle tehlikeye atması demektir. Günümüzde bir Türk minaresi var mıdır? Gören var mı? Şehirlerimiz beton yığını haline getirilmiştir. Kültürel kimliği olan şehirler kaybolmuştur. Sanat da dil ve din gibi milleti millet yapan belirleyici özelliklerden biridir. ‘’Milleti kendine özgü dili olan toplum’’ şeklinde tanımlayanların yanında, ‘’kendine özgü sanatı olan toplum’’ diye tanımlayanlar da var. Kültürün önemli unsurlarından biri de sanattır. Sanatın milli olması için milli kültürün çizgilerini taşıması ve milli ruhu yansıtması gerekir. Yahya Kemal  ‘’Musikimiz yüzde yüz, edebiyatımız ise yüzde elli millidir’’ diyor. Itri’yi, Dede Efendi’yi tanıyan var mı? Bar, horon, misket, halay, zeybek, mehteran nedir? Köroğlu, Kiziroğlu Mustafa Allah Allah deyip geçen Genç Osman, Plevne’den çıkmayan Osman Paşa, Kırım’dan gelen Sinan kimdir? Ahmet Yesevi’yi, Hacı Bektaşı Veli’yi, Sarı Saltuk’u, Yunus Emre’yi, Ahi Evran’ı, Mevlana’yı hakkıyla kaçınız biliyor? Konfüçyus, ‘’Bir milleti tutsak etmek isterseniz önce onun müziğini çürütünüz’’ demiştir. Müzikle ilgili olarak da: ‘’Bir ülkenin nasıl yönetildiğini anlamak mı istiyorsunuz; onun müziğine kulak veriniz. Nerede güzel seslerden oluşmuş uyum varsa orada adalet ve erdem hüküm sürer’’ diyor. Müzik hastaya ilacımız, evimizde gıdamız, acı ve tatlı günde yandaşımız, savaşta yoldaşımız, camii de haldaşımız, dergahta sırdaşımızdır. Gelecek yıllarda en büyük mücadele kültür ve dil alanında yaşanacaktır. Gelişmiş toplumlar bile inanç, ahlak ve kültür alanında ciddi problemler yaşamakta, kültürel eğitimde sıkıntıları devam etmektedir. ‘’Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü’’ diyen Yunus Emre gibi Türk kültüründe mevcut olan ‘’ insan sevgisini yaşatmak, bilgiyi sevgiyle ve yüksek ideallerle birleştirerek’’ yurtta barışı, dünyada barışı gerçekleştirecek kuşaklar yetiştirmek de bütün öğretmenlerimizin ilk hedefi olmalıdır.

Milletler ortak geçmişleri olan, ortak değerleri paylaşan, belirli kültürel gelenekleri olan, aynı düşünce ve duygulara inanan topluluklardır. Dil ve kültür milli kimliğimizi ve kültürümüzü oluşturan unsurlardan ikisidir. Türk milleti kültür değerlerinin yaşatılmasında sözlü ve yazılı gelenekten yararlanmıştır. Atasözleri, deyimler, halk hikayeleri, ninniler, türkü ve ağıtlar kültürel değerlerdir. Bunlarda atasözleri halk hikmetleri ve halk felsefesi olup, milletimizin nasıl düşündüğünü, milletimizin zekasını ve fikir kuraklığını açıklar. ‘’Damlaya damlaya göl olur’’ atasözünde damla sözlük anlamıyla, su damlası, mecazi anlamda küçük birikimler anlamındadır.

Bir işe çok el karışsa o işin karışacağını her millet kendi kültürünü yansıtacak şekilde açıklar. Biz Türkler ‘’horozu çok olan köyün sabahı geç olur’’ deriz. İngilizler ‘’aşçıları çoğaldı mı çorba tatsız olur’’ der. İtalyanlar ‘’çok horozun öttüğü yerde güneş doğmaz’’der. İranlılar ‘’İki kaptan gemiyi batırır’’ der. Ruslar ise ‘’ Yedi ebenin olduğu yerde bebek kör doğar’’ şeklinde ifade ederler. A.Cohen atasözlerini bir milletin göstergesi kabul eder  ve atasözlerinin yardımı ile onları kullanan toplumun hayat şartlarını, düşünce tarzlarını, töre ve dünya görüşlerini anlamak mümkündür” der çünkü atasözlerinin derinliğinde ruhsal yapı vardır. Alman şairi Goethe ‘’Atasözlerinin milletleri belirlediğini, o toplumun içinde yaşamak zorunda olduğunu söyler.’Herder de atasözlerinin bir milletin düşünce tarzının aynalarıdır diyerek dil-kültür ilişkisini belirtir. W.H Riehl de atasözlerinde halkın vicdanı yatar diyerek milletin duygularının atasözlerinde kültür varlığı olarak gizlendiğini açıklar. Biz ‘’Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer’’ deriz.  Almanlar ‘’Bir yeri yanan çocuk ateşten ürker.’’ Biz ‘’ Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.’’ deriz. Almanlar ‘’ Yalancıların kısa bacakları var olur’’ der.  ‘’ Atı olan Üsküdar’ı geçti’’ atasözümüzün kültürel alanlarını ve hikayesini bilmeyen yabancılar da bunu kolayca kendi dillerinde tercüme edemezler.

Atasözlerinin çok defa insanlar hakkında pek çok kitaptan daha fazla bilgi verebilir. Türk atasözlerinin dünyanın en eski atasözleri arasında dahi toplumsal ve kişisel ilişkilerde önemli yer tutar. Küçüklere oğul de şefkat eyle, ululara ata de, hürmet eyle / büyük büyüklüğünü bilmezse, küçük küçüklüğünü bilirmi?/  tay iken oynamayan at olamaz/ vücut kocar gönül kocamaz minareyi çalan kılıfına hazırlar/ baş başa vermeyince iş bitmez/  su testisi su yolunda kırılır/ emek olmadan yemek olmaz/ dökme su ile değirmen dönmez/ tek kanatla kuş uçmaz/  her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır/ ne ekersen onu biçersin/ başını acemi berbere teslim edenler pamuğunu da ceplerinden eksik etmesin/ akıllı insanın sözü, akılsız için gözdür/ iyiliğe iyilik herkesin işi, kötülüğe iyilik er kişinin işidir.

Dil uzmanları dili bir ağaca benzetecek kelimelerin yaprak olduğunu zamanla kelimeleri oluşturan yaprakların döküldüğünü yerine yenilerinin geldiğini belirttiler. Farsça’dan aldığımız ‘’ gül ve bülbül’’ ü, nazikleştirerek ‘’ gül ve bülbül’’ yapmışız. Arapça’dan aldığımız ‘’minare ‘’ yi,  ‘’ minare’’ ‘’ havdağ’’, ‘’hendek’’ yapmışız. Türkçemize diğer dillerden giren argo ve küfür sözlerine de maalesef engel olamamışız. Argo, korkunun ördüğü duvar uydurma, dil şuursuzluğu. Aargo, yaralı bir vicdanın sesi, uydurma dil ise, hafızasını kaybeden bir nesil…  Argo her ülkenin, uydurma dil ülkesizlerin’’ diyerek sözcüklerin yerli yerinde kullanılmasını istemiştir.

Dil, insanlarımızın duygu ve düşüncelerini anlamak için kullandıkları hareket, söz, yazı aracılığı ile aktarılan işaret ve simgeler sistemidir. Hz. Ebubekir  ‘’ Ne söylediğine ve ne zaman söylediğine dikkat et!’’ diyerek kullanılan sözcüklerin belirtme, tören, eylem, yaptırım ve bildirme görevleriyle söylenip söylenmediğini hatırlatmak istemiştir. Çok yazık yaşasın/ buyurun nasılsın/ onaylıyorum /söz veriyorum… /  kapıyı kapa /ellerini yıkasan iyi olur/ bugün hava sıcak/ spor yapmak faydalı…

Joseph Jorbet diyor ki ‘’ Kelimeler cana benzer görmeye yardım etmedikleri zaman görüşe engel olurlar.’’  Bu bakımdan anlamlı ifadeler kullanmak her zaman iyidir. Virgil de ‘’ Boş kelimeler kullanan biri, düşünmeden ses çıkaran insan gibidir.’’ der. İletişimin  sağlıklı olması için dile, Türkçeye her yönüyle hakim olmak gerekir. Mevlana da ‘’ Soru da bilgiden doğar, cevap da ‘’ diyerek, can kulağı ile dinlemenin önemi vurgular. Bir atasözümüzde ‘’ Söyleyenden dinleyen arif gerek.’’ ile anlama ve dinlemeyi iyice gerçekleştirmek için bir dakika da azami 150, 200, 600 kelime ile de düşünebildiğini vurgular.

Toplumda sevgi, saygı ve hoşgörünün ortadan kalkmaması için, bakışlarımızla duygularımızın değişmemesi için, güven ve itibarın yeniden kazanılması, neme lazımcı düşünceyle ve adaletle mücadele etmek için duyarsız ve sindirilmiş bir toplum olmamak için, tatlı dil ve güler yüzle iletişim kurmak için dilimiz Türkçeyi güzel konuşmalı ve kültürümüze, kimliğimize sahip çıkmalıyız! Norman Hewis; diyor ki kelime bilginizin sınırı, zekanızın sınırını tespit eder. Kelime bilginiz arttıkça, zekanız da artacaktır. Bunun Türkçe kelime hazinesini geliştirmeli, her gün Türkçe sözlüğe göz atarak on kelime okumalıyız ve yabancı dildeki sözcüklerle karşılaştırmalıyız.

Türk dili ve önemi 

Dil, milli hafızanın, milli hatıraların duyguların ve düşüncelerin bütün maddi ve manevi değerlerini bütün buluş ve yaradılışlarının ortak hazinesidir. Millet denilen insan topluluğu  en sosyal varlıktır. Kültürün ilk ve temel unsurudur.

Kültür, varlığının nesilden nesile intikali borçludur. Kültürün nesilden nesile geçmesi, böylece devamı ve yaşaması,  kültür taşıyıcı eserler, eğitim ve öğretim yoluyla olur. Onun içindeki kültür eserleri eğitim ve öğretim kültür hayat şartıdır. Dolayısıyla eğitim ve öğretimin esas görevi kültürün intikal ve devamını sağlamaktır.

Bir milletin fertleri arasındaki ortak duygu ve düşünce akımı dille kurulabilmektedir. Bu akım dünden bugüne, bugünden yarına dille aktarılmaktadır. Bundan dolayı dil, aynı zamanda bir kültür aktarıcısı, bir kültür taşıyıcısıdır. Bir milletin tarihi, coğrafyası, değer ölçüleri, folkloru, müziği, edebiyatı, ilmi, dünya görüşü ve millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak değerleri, yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle kelimelerde,  deyimlerde sembolleşerek hep din hazinesine akıtılmakta, özünü orada saklamaktadır.

Gelenek ve görenekler, dünya göçü, din, sanat, tarih vb. dil sayesinde nesilden nesile aktarılır. Zaten bütün bu unsurların teşekkül edebilmesi için milletin meydana gelmiş olması lazımdır. Milletin ve öteki kültür unsurlarına oluşmasında en başta gelen dildir.

Kültür denilince akla ilk gelen şey dildir. Dil, millet denilen sosyal varlığı birleştirmektir. Fertler arasında duygu ve düşünce birliği vücuda getirmektir. Milletler duygu ve düşüncelerini yazıya geçirince daha sağlam birlik meydana geliyor. Çünkü yazı sayesinde duygu ve düşünceler hem zaman hem de mekan içerisinde yayılıyor.  Biz Orhun Yazıtları’nın sayesinde bundan 1002 yüzyıl önce Göktürklerin varlığı meseleleri  duygu ve düşünceleri hakkında bir fikir ediniyoruz. Türklerin yaratıcısı durumunda olan şahısların halkı muhatap alıp halka hitap ettiklerini yaptıkları işleri halka anlattıklarını görüyoruz. Bu da milletimizdeki demokrasi anlayışının yüzyıllar öncesine kadar uzandığının bir delilidir. Aynı hitap şeklini yıllar sonra 1071’de Malazgirt’te Alp Aslan’da 20. yüzyılda Atatürk’te görebiliyoruz.

Türk edebiyatı en eski çağlardan bugüne kadar bütün safhaları, devirleri ve sosyal tabakaları ile Türk milletinin hayatını, zevkini, dünya görüşünü, yaratma gücünü gösteren bir duygu düşünce ve hayal dünyasıdır. Halk edebiyatı, halkın yaşayışının, inanç ve değer hükümlerinin bir hazinesidir. Bu edebiyat beşikten başlayarak insan hayatının bütün safhalarını içine alır. Türk halk edebiyatı, aşk, ölüm, hasret, tabiat sevgisi, gurbet, anı, din, duygu, alay, kahramanlık, ahlak gibi bütün duyguları işler. Bunların hepside kültürümüze ait unsurlardır. Ve edebiyat vasıtasıyla taşınmaktadır. Edebiyatın temel malzemesi ise dildir.

Bir şair duygusu ve düşüncelerini kendi milletini fertlerini ancak dili ile ulaştırabilir. Bir yazar, bir bilim adamı, bir devlet adamı, bir filozof görüşlerini topluma dil yolu ile yayabilir. Milletimizin dünya görüşü Yunus Emre’nin ilahilerinde Türk halkının bayrakta sembolleşen vatan sevgisi, Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda; milli mücadele ruhu Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinde ve bu dönemin romanlarında; İstanbul’un güzellikleri İstanbul halkının gelenek ve göreneklerini Yahya Kemal’in eserlerinde; Hüseyin Rahmi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarında, Anadolu insanın yaşayışı ve değer ölçüleri Yakup Kadri’nin eserlerinde ebedileşmiştir.  Türk milletinin gelenekleri, folkloru yüzlerce yıllık hayat tecrübelerinden sonuçlara veciz ifadesini atasözlerinde bulmuştur. Destanlar toplum hayatını derinden etkiler. Şahıs ve olayları efsaneleştirerek günümüze kadar uzanmış canlı tablolardır. Deyimler Türk mantığının, dil felsefesinin sembolleridir.

Kutadgu Bilig ile Divanı Lügatit Türk kültür hazinelerimizin en eski olanlarından sadece ikisidir. Bu satırlara sığamayacak nice eserlerimiz mevcuttur. Bunlardan kültürümüzle ilgili pek çok unsuru görebiliyoruz. Kutadgu Bilig ve Divanı Lügatit Türk milli bünyesinin ortaya konulduğunu görüyoruz. Divanü Lügatit Türk’te bu milli bünyenin dış yapısı üzerinde durulmuştur. Kutadgu Bilig’de ise bu bünyenin iç kısmıyla ilgili esaslar yer almaktadır. Bu eserlerden Türklerin yaşama şekilleri, dünya görüşü, gelenek ve görenekleri vb. öğreniyoruz. Bütün  bu bilgiler bize dil  vasıtasıyla intikal etmiştir.

Dil milletler arasında da kültür taşıyabilmektedir. Zorunlu olmayan kültürün değişmelerinde bunu açıkça görebiliyoruz. Gerçi zorunlu kültür değişmelerinde dil unsuru mutlaka vardır. İnsanları bir araya getiren dildir. Bir millet başka bir millet ile temas etmek suretiyle bir takım kelimeler alabilir. Her kelime kültüre ait bir unsur olduğu için alındığı şekli ile olmasa bile o milletin kültüründen izler taşıyacaktır. Günümüzde ulaşım ve iletişimin hızla gelişmesi kültür alışverişlerini de hızlandırmıştır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, kültürün nesilden nesile aktarılması diğer milletlere tesir etmeyi, yaşaması ve gelişmesi dil sayesinde mümkün olabilmektedir. Milleti meydana getiren unsurların başında gelen dil, aynı zamanda kültürün oluşması ve yaşamasında da en büyük görevli üstlenmiş durumdadır.

Dilimiz Türkçeyi ve Türk kültürünü yaşatmak hepimizin görevidir. Sonuç olarak E.B. Taylor’un belirttiği gibi, “Kültür, bir toplumun üyesi olarak insanoğlunun  öğrendiği bilgi, sanat, gelenek-görenek ve benzeri yetenek ve alışkanlıkları içine alan bütündür.” Türk kültürü M.Ö. 500 yıllarına dayanan bir kültürdür. Ziya Gökalp de kültür kavramını “Bir milletin dini, ahlakı, hukuki, akli, estetik, lisanı, iktisadi ve hayatlarının ahenkli bir bütünü” şeklinde ele alır. Gökalp’a göre kültür millidir. Kültür, milletlerin aynasıdır. Aynada yansıyanlar milletlerin kimliğidir. Türk milleti de karakterini taşa dokumaya, edebi eserlere,  musikiye, el sanatlarına, sosyal hayatlara anlamlı davranış ve yaşayış ile kültürel  ortama geçirmek suretiyle öz kimliklerini sergilemişlerdir. Bu karakter  bazen, ince bir zarafet, yüksek bir seziş, bilgi ve asalet ile şekillenmiştir.

İyilik yapmak, milletini sevmek,”Eline, diline ve beline” sahip olmak, vatanını korumak, komşusu aç yatarken tok yatmamak, ana babaya hürmet etmek, çalışkan olmak, devlet kurmak ,barışçı olmak,dürüst olmak, yalan söylememek, hayvanları korumak ve sevmek , insanları severek milli birliğe ve dirliğe katkıda bulunmak… Türk insanının kültür birikimden, Türkçeden kimliğine yansıması olarak değerlendirilir.

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu,” Lisan, düşünmenin aletidir.” der.

Nihat Sami Banarlı, “Her dil imparatorluk dili olamaz, çünkü her millet imparatorluk kuramaz.”

Yahya Kemal Beyatlı,” Türkçenin çekilmediği yerler vatandır.” Der.

Peyami Safa,” Dilinin kaybeden bir millet, her şeyini kaybetmiş demektir.”

Hz.Muhammed; Türk dilini öğreniniz, çünkü onların hakimiyeti uzun sürecektir. Ümmetimin idaresi bir gün Türklerin eline geçecektir.

Fazıl Hüsnü Dağlarca,”Türkçe benim ses bayrağım” der.

Mustafa Kemal Atatürk,” Türk milletinin milli dili ve milli benliği bütün hayatında hakim ve esas kalacaktır.

Yunus Emre ,”Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, söz ola oğul aşı, yağ ile bal ede bir söz.”

Mevlana ,”Her kelime beraberinde bir kültürü getirir.

Dili ve sözü bir almayan kişinin yüz dili bile olsa, gene dilsiz sayılır.

Yusuf Has Hacip,”Kaba söz, alev alev yanan bir ateştir.”

Bir milletti millet yapan, onu diğer milletlerden ayıran özellikleri bütüne kültür denir. Kültür, öğrenilebilir, toplumsaldır, aktarılabilir, değişebilir, süreklidir, bütünleştiricidir, belli kurallarının var olmasıdır.

Kültürün doğduğu yer o kültürün “kültürün ocağı” olarak ifade edilir. Kültürü oluşturan unsurlar bu ocaktan çıkar ve yayılır. Kültürel coğrafya ise, dünya kültürlerinin coğrafi yaklaşımlarla incelenmesini ifade eder. Ülkeden alışkanlık, gelenekleri, yeme içme, giyim kuşam, müzik, eğlence, mimari, din ve dil gibi özelliklerin incelenmesini kapsar. Toplumsal yaşamının her yönü kültürel coğrafya alanına girer.

Kültürü Oluşturan Maddi Unsurlar:

  • Coğrafi konum
  • Simgeler
  • Doğal ortam özellikleri
  • İklim özellikleri
  • Su özellikleri
  • Arazi yapısı ve Toprak özellikleri
  • Manevi Unsurları
  • Dil
  • Din ve inanç
  • Ahlak kuralları
  • Örf ve adetler
  • Dünya görüşleri
  • Komşu kültürler
  • Yasalar ve hukuk kuralları

Her insanın toplumun kültürel yaşamına serbestçe katılmaya, güzel sanatlardan zevk almaya,  bilimsel ilerlemeden ve nimetlerinden pay almaya hakkı vardır. Her insanın sahibi bulunduğu bilimsel edebi ve sanatsal eserden mozaikli ahşap kapı, halı ve kilimler, el yazması eserler, Topkapı  Sarayı Müzesindeki porselenler, süslü silahlar, miğferler...

Bu yazı 2042 defa okunmuştur .

Son Yazılar