Düzbel (Myriokephalon) Savaşı Sandıklı'da yapılmıştır
Dr. Muharrem BAYAR

Dr. Muharrem BAYAR

YAZIYOR...

Düzbel (Myriokephalon) Savaşı Sandıklı'da yapılmıştır

12 Mart 2018 - 10:43

İmparator Manuel ile Sultan II. Kılıç Arslan arasında yapılan barış antlaşmasından sonra iki devlet arasındaki barış hali,13 yıl sürmüştür. Kılıç Arslan bu arada barışın sağladığı avantajları iyi bir şekilde değerlendirmiş olmasına rağmen, antlaşmasındaki yükümlülüklerin hiçbirini yerine getirmemiştir. Hatta o, bu antlaşmanın Türkmenler tarafından ihlal edilmesine, adeta göz yummuştur. Çünkü, aradaki barış antlaşmasına rağmen, Bizans topraklarına olan Türkmen akınları, olanca hızıyla devam etmiştir. Daha doğrusu, barış döneminde bile Türkmen akınlarının ardı arkası kesilmemiştir.Bir Türkmen akınını başka bir Türkmen akını izlemiştir.Gerçi bu akınlar,Bizans devletinin varlığını tehdit edecek nitelikte değildi.Fakat Batı Anadolu’daki Bizans halkına ve arazisine çok büyük zararlar vermekteydi.Batı Anadolu’daki yerleşim yerlerinin birçoğu,bu akınlar yüzünden harap olmuş veya boşaltılmış bir durumdaydı.

Bütün bu gelişmelerden sonra, Kılıç Arslan ile yapmış olduğu antlaşmanın işe yaramadığını anlamış olan Bizans imparatoru Manuel, barış haline son vererek, harekete geçti. Amacı, Bizans’ın Batı Anadolu topraklarını Türkmen akınlarından koruyacak sınır kalelerini ve istihkamlarını yeniden inşa etmek ve içine de garnizonlar yerleştirmekti.Bu düşünce ile Eskişehir’e gelen imparator ,ilk kaleyi burada (Dorylaion kalesi), ikinci kaleyi Menderes kaynak havzasında (Sublaion kalesi=Homa)inşa ettirdi.Çünkü Eskişehir ve civarı,Batı  Anadolu’ya yapılan Türkmen akınlarının merkezi haline gelmişti.Öyle ki, burada 100 bin civarında büyük bir Türkmen kütlesi toplanmış bulunuyordu.

Sultan Kılıç Arslan, imparatorun bu amacı belli faaliyetine karşı tepkisiz kalmadı; o, hemen elçisini göndererek, imparatora Eskişehir’de ne aradığını sordu. Derhal buradan çekilmesini istedi.Ayrıca,aralarında mevcut olan antlaşmaya bağlı olduğunu belirterek, imparatora bu antlaşmanın yenilenmesini teklif etti.

İmparator Kılıç Arslan’a yazdığı mektupta; onu,”yardım ve iyiliklerini unutmuş olmak ve yaptığı yemini tutmamakla” suçladı ve tehdit etti. Ayrıca Selçuklu Meliki Şahinşah ile Danişmendli Meliki Zunnûn’dan aldığı yerleri derhal bu meliklere geri vermesini istedi.Kılıç Arslan,bu suçlamanın altında kalmadı;”İmparatoru hiç düşünmeden mevcut antlaşmayı bozmak,aralarındaki dostluğu yaralamak ve antlaşma hükümlerini değiştirmekle suçlayarak” karşılık verdi.Bu karşılıklı suçlamalardan sonra iki devlet arasındaki barış hali birden sona erdi.

İmparator Manuel,Sultan II.Kılıç Arslan ile uğraşmaktan vazgeçmedi.Bu defa o,elinde koz olarak tuttuğu Şâhinşah’ı ve Zunnûn’u Kılıç Arslan’a karşı kullanma yoluna gitti.İmparator her iki meliki de birer Bizans ordusu ile Kılıç Arslan’ın üzerine gönderdi ise de,bundan da bir sonuç elde edemedi.Kılıç Arslan,imparatorun karşısına çıkardığı rakiplerini ve Bizans ordularını kolayca bozguna uğrattı.

Sultan Kılıç Arslan’ın,başında bulunduğu Türkiye Selçuklu Devleti’ni tahminleri altüst edecek bir şekilde kuvvetlendirmesi ve özellikle Danişmendlilerin Kayseri ve Sivas şubelerini ortadan kaldırarak,Anadolu’da Selçuklu hakimiyeti altında Türk birliğini kurmada büyük başarı elde etmesi,Bizans imparatoru Manuel’i son derece telaşlandırdı.Zira, Kılıç Arslan’ın yaptığı bu büyük hamle ,Anadolu’da kuvvetler dengesini daima kendi lehinde tutma şeklinde olan Bizans’ın dış politikasını bütünüyle iflas ettirmişti.Artık Bizans’ın,Anadolu’da son derece güçlenmiş olan Türkiye Selçuklu Devleti’nin karşısına çıkarabileceği Danişmendliler  gibi güçlü bir Türk devleti de kalmamıştı.Durum böyle olunca,imparator, Türkiye Selçuklu Devleti’ni yıkmak ve Türkleri Anadolu’da imha etmek veya buradan atmak şeklinde olan eski Bizan politikasını uygulamaya karar verdi.

Bu karardan sonra imparator, hemen sefer hazırlıklarına başladı. Bunun için,Bursa ile Balıkesir arasında bulunan Rhyndakos mevkiinde (Kocasu=Kirmasti Çayı)karargah kurdu. Bütün ordu birliklerinin burada toplanmasını emretti.İmparator bununla da kalmadı;büyük paralar harcamak suretiyle Frank(Lâtin),Macar,Sırp,Uz,Peçenek ve Kuman Türkleri arasından çok miktarda ücretli asker toplayarak,ordusunu daha da kuvvetlendirdi.Ayrıca,vassalı ve aynı zamanda kayınbiraderi olan Antakya Haçlı Prensi Baudouin’i de yardımına çağırdı. Böylece bu  ordunun ücretli askerler ve yardımcı askerlerle birlikte sayısı büyük bir ihtimalle 100 bini aşmış oldu.

Bundan sonra Rhyndakos karargâhına gelen İmparator Manuel,buradan ordusunu Eskişehir istikametinde harekete geçirdi.Bizans ordusunun yükünü,”çok miktarda katır ile 3000’den fazla araba” taşımaktaydı.İmparatorun niyeti,direkt Konya üzerine yürümekti.Fakat Eskişehir’e gelince, birden yolunu değiştirdi.Buradan Menderes havzasına yöneldi. Halbuki, onun Afyon-Eskişehir yolunu takip etmesi gerekirdi.Çünkü,Konya’ya giden en uygun yol bu idi.Öyle anlaşılıyor ki,imparatorun bundan maksadı,Kılıç Arslan’ı yanıltarak,onun hazırlanmasına  ve tedbir almasına fırsat vermemek idi.

Öte yandan,imparatorun faaliyetlerini dikkatlice izleyen Kılıç Arslan da,devletini, ülkesini korumak ve savunmak için hemen hazırlıklara başladı.Ordusunu Konya’da topladı Eksiklerini tamamladı.Doğudaki Türk hükümdarlarından yardım istedi.Fakat kılıç Arslan’ın ordusunun temelini Selçuklu birlikleri ile batı uçlarında bağımsız bir hayat yaşayan dinamik Türkmen kuvvetleri oluşturmaktaydı.Tıpkı imparator gibi Kılıç Arslan da hazırlığını tamamladıktan sonra ordusunu harekete geçirdi.Amacı,imparatoru,Selçuklu topraklarının dışında karşılamaktı.

Bizans ordusu, Eskişehir’den itibaren Türkmen ve Selçuklu öncü kuvvetleriyle karşılaştı. Türkmen ve Selçuklu öncü kuvvetleri,Bizans ordusuyla bir meydan savaşına girmiyor,devamlı bu ordunun önünden geri çekiliyordu.Bu arada “sayıları 5 veya 10 bini bulan Türkmen grupları” da sık sık sürpriz baskınlar düzenleyerek, Bizans ordusuna önemli kayıplar verdiriyordu.Selçuklu öncü kuvvetleri de,sultanın emri ile Bizans ordusunun geçeceği yerlerdeki otları ve ekinleri yakarak,kuyu,sarnıç,eşme ve pınarlara hayvan leşleri atarak, bu ordunun yiyecek ve içecek teminini güçleştiriyordu.Nitekim,bütün bu faaliyetler,kısa sürede etkisini gösterdi.Pis ve mikroplu suları içmek zorunda kalan Bizans askerleri,salgın halinde dizanteriye yakalandı.

Yükünün çok fazla olmasından dolayı pek ağır ilerleyen Bizans ordusu, Eskişehir’den Denizli yöresine indi. Buradan da doğuya, yani Konya istikametine yönelerek Dinar’a geldi. İmparator’un niyeti,Göller bölgesi üzerinden Konya üzerine yürümekti.Kuzey-Doğu  istikametinde ilerlemeye başladı..Bir ara, “50.000 kişilik büyük bir Türkmen kütlesi”, Bizans ordusunun yükünü taşıyan kafile üzerine bir baskın yaparak,çok miktarda ganimet aldı.

crusades_crusaders_cross_mount_taurus

Bizans ordusu ile aynı zamanda savaş bölgesine gelmiş olan Sultan Kılıç Arslan, gönderdiği elçi ile,Türk-İslam geleneklerine uygun olarak,imparator Manuel’e barış teklifinde bulundu.İmparator Manuel,Sultan Kılıç Arslan’ın barış teklifini görüşmek üzere savaş meclisini  topladı.Bu toplantıda tıpkı Malazgirt Savaşı’ndan  önce Romanos Diogenes’in savaş meclisinde olduğu gibi,Türkleri çok iyi tanıyan ve onların yüksek savaş gücünü çok iyi bilen yaşlı ve tecrübeli komutanların gerçekçi fikirleriyle Türkleri hiç tanımayan ve onların savaş gücünü hiç bilmeyen genç komutanların hamasi fikirleri çarpıştı.Bizans ordusunun yaşlı ve tecrübeli komutanları,tuzaklarla dolu olan Selçuklu tuzaklarla dolu olan Selçuklu ülkesinin geçilemeyeceğini,Türklerin savaş gücünün çok yüksek olduğunu,onların iyi atlara sahip olduklarını ve buna karşılık Bizans ordusunun salgın hastalık yüzünden çok müşkül durumda bulunduğunu ileri sürüp barış teklifinin kabul edilmesini istediler.Fakat bu önemli tavsiye imparator Manuel ve genç komutanlara korkaklık ve ihanet gibi göründüğü için kabul edilmedi.Selçuklu elçisi imparatorun ret cevabı ile geri döndü.Buna rağmen Sultan Kılıç Arslan,barış teklifini bir kere daha tekrarladı.Kibrin ve gururun doruk noktasında bulunan imparator,tıpkı bir zamanlar Romanos Diogenes’in Sultan Alp Arslan’a yaptığı gibi cevabını bizzat Konya’da vereceğini belirterek,Selçuklu elçisini bir kez daha geri çevirdi.Öte yandan,barıştan umudunu kesen Kılıç Arslan kendi savaş planını uygulamaya başladı.

İmparator Manuel  ordusunun Homa,Düzbel,Kartı,Haydarılı,Karaadilli,Karamık üzerinden yürüdü  Bizans kaynaklarının tasvirine göre,iki tarafı dik,sarp ve uçurumlu yamaçlardan oluşmaktaydı.Arazinin bu özelliği,vadinin çıkış yeri olan   Kırkbaşa’a geçidine kadar devam etmekteydi.Vadinin ortasında terk edilmiş ve yıkılmış bir kale olan Miryokefalon(Bin Kelle)Kalesi bulunmaktaydı. Geçitden sonra arazinin yapısı değişmekte,yani dik ve derin uçurumlu vadi,yerini yayvan tepeler arasında geniş ve düz vadilere bırakmaktaydı.Kumdanlı Ovasına geçiliyordu.İmparatorun maksadı,Karamık Beli Vadisi’ni süratle geçip,Akşehir’e ulaşmak ve oradan da Konya üzerine yürümekti.

İmparator Manuel’den elini daha çabuk tutan Kılıç Arslan,süratle Karamık Beli Vadisi’nin etrafındaki yamaçlara bütün Bizans ordusunu kuşatacak şekilde okçu birlikleri yerleştirdi. Daha da önemlisi o,ileriye gönderdiği birliklerle de vadinin en dar yeri olan  Karamık Beli’ni geçidini tamamen kapattı.Artık Bizans ordusu,tam bir kapana girmiş bulunuyordu.

Kufî Çayı Vadisi’nin tabanı çok dar olduğu için Bizans ordusu ancak uzun bir konvoy halinde ilerleyebilmekteydi.Bu uzun konvoyun önünde Bizans ordusunun öncü birlikleri bulunuyordu. Öncü birliklerini de sırasıyla Bizans ordusunun sağ ve sol kollarını oluşturan birlikler,ağırlıklarını taşıyan öküz arabaları(kağnı)konvoyu,imparatorun başında bulunduğu merkez kuvvetleri ve bunu da artçı birlikleri takip etmekteydi.İmparator ordusunu tehlikeli ve geçilmesi güç bir vadinin içine sokmasına rağmen hiçbir ön tedbir almamıştı.Üstelik o,ordusunu ortadan ikiye bölen ve birliklerinin hareketini engelleyen yük konvoyunu,geride bırakmamakla büyük bir hata yapmıştı.

Bizans ordusu tamamen Karamık Beli Vadisi’ne girince,yamaçlarda mevzilenmiş olan Selçuklu birlikleri tarafından müthiş bir ok yağmuruna tutuldu.Selçuklu birliklerinin bu şok ve dehşet baskını karşısında Bizans ordusu,kasırgaya tutulmuş otlar gibi birden darmadağın oldu.Ordu birlikleri ne sığınacak bir mevzi bulabildi ve ne de ilerleyebildi.Zira,bütün yollar ve patikalar Selçuklu kuvvetleri tarafından tutulmuştu.Bundan sonra dağların yamaçlarından inen Selçuklu kuvvetleri ,kısa sürede Bizans ordu birliklerinin arasına girerek bu birliklerin birbiriyle olan bağını tamamen kesti.Bizans ordusunun özellikle sağ kolu daha savaşın başında çöktü.Bu kolun başında bulunan ve aynı zamanda imparatorun kayınbiraderi olan Bauodin(Antakya Prensi),Selçuklu birlikleri tarafından etrafı sarılarak öldürüldü.

Daha savaşın başında elde ettiği bu büyük başarı ve üstünlük,Selçuklu ordusunu son derece cesaretlendirdi.Dar geçitler içinde sıkışıp kalmış olan Bizans kuvvetleri ise,uzaktan savaşan Selçuklular’a karşı silahlarını kullanamadıkları gibi birbirlerinin hareketlerini de engelliyorlardı.Özellikle Bizans ordusunun ağırlıklarını taşıyan yük arabaları,imparatorun önünde âdeta yolu kapayan bir duvar gibiydi.İmha edilme tehlikesiyle karşı karşıya gelmiş olan Bizans ordusunun birlikleri,bu yüzden ne geri çekilebiliyor ve ne de uygun bir mevzi alabiliyordu.Çağdaş bir tarih yazarının ifadesiyle,Bizans ordusu “dar geçitler içinde âdeta koyunlar gibi boğazlanıyordu.”

Bir ara Bizans öncü birliklerinden küçük bir grup,Karamık Belini aşıp,Kumdanlı Ovasına  varmayı  başardı.Bu küçük grup,geçidin biraz ilerisinde bir tepe üzerinde etrafını hendeklerle çevirip,karargâh kurdu.Bu küçük başarı imparatoru sevindirdiyse de,savaşın akışını değiştirmeye hiçbir faydası olmadı.

Bizans ordusunun diğer birliklerinin durumu ise,daha kötüydü.Selçuklu oklarının ve mızraklarının açık hedefi olan Bizans birliklerinin,zıpır zıpır yere dökülmekteydiler.Vadi tabanı dar olduğu atlı birliklerin manevra yapması mümkün değildi.Hatta bunlar,birbirlerini ve özellikle yaya askerleri çiğnemekteydiler.Canını kurtarmak için vadinin dışına yönelen Bizans askerleri ise,buradaki çukurlarda pusu kurmuş olan Selçuklu birliklerinin oklarına ve kılıçlarına birer birer yem olmaktaydılar.

Öğleden sonra,sürpriz bir olay meydana geldi.Karamık Beli  Vadisi’nde,her iki tarafı da güç durumda bırakan korkunç bir kum fırtınası çıktı.Ortalık birden gece gibi karardı.göz gözü görmüyordu.Kum fırtınası birkaç saat sürdü.Fakat bu durum çarpışmayı etkilemedi. Kanlı boğuşma olanca hızıyla devam etti.Kimin kimi öldürdüğü belli değildi.Öyle ki,vadi insan ve hayvan cesetleriyle dolup taştı.”Büyük çukurlar âdeta toplu birer mezar haline geldi.”Kısaca söylemek gerekirse ,bu birkaç saatlik süre içinde her iki taraf da çok büyük kayıp verdi.

Kum fırtınası durup hava sakinleştiğinde,ortaya,görenlerin tüylerini diken diken eden bir manzara çıktı.Karamık Beli  Vadisi,âdeta bir katliam yerini andırıyordu.Arazi birkaç saat içinde bir kan deryasına dönüşmüştü. Vadi tabanındaki dere , bu yüzden kıpkırmızı akıyordu.İnsan ve hayvan cesetleri üst üste yığılıp kalmıştı.Cesetlerin arasında yatan yaralılar ise, acı ıstıraplar içinde inliyorlardı.Bunlar,ellerini uzatarak,yalvaran ifadelerle kim olduklarına bakmaksızın yanlarından geçenlerden yardım istiyorlardı.Fakat gelip geçen askerlerden onlara yardım edebilecek ve onları kurtarabilecek kimse çıkmıyordu.Çünkü,yaralanmamış askerler de en az yaralanmış askerler kadar umutsuz ve perişan bir vaziyetteydiler.Yaralıların çektiği ıstıraplarda özellikle hayatlarını tehdit eden akıbeti gören bu askerler,kendi canlarını kurtarmaktan başka bir şey düşünemiyorlardı. Felâket,sanki bütün insani duyguları alıp götürmüş gibiydi.

Son durum şöyle idi:Bizans ordusunun öncü birliği ile sağ ve sol kollarına ait birliklerin büyük kısmı imha olmuştu.Merkez kuvvetleri,artçı birliği ve ordunun yükünü taşıyan konvoyun büyük kısmı ise,Karamık Beli  Vadisi’nde kalmıştı.Bunların akıbeti belli değildi.Ancak,başta imparator Manuel olmak üzere üç beş komutan ile pek az sayıda Bizans askeri vadiden çıkıp kurtulabilmişti.

Akşam karanlığı basınca,çarpışma kendiliğinden kesildi.İmparator ve ordusu için en uzun ve en korkunç bir gün yaşanmıştı(17 Eylül 1176).Felâketin büyüklüğünü sözle tarif ve tasvir etmek mümkün değildi.Şimdi de imparator ve geri kalan Bizans ordusu için en uzun ve en tehlikeli gece başlıyordu.İmparatorun karargâhında ise,tam bir ümitsizlik ve korku havası esiyordu.Türkler,gece karanlığından yararlanarak,Bizans karargâhının yanına kadar sokulmuşlardı.Karargâhı dört taraftan sarmışlardı.Bunlar,sadece imparatorun karargâhını tehdit etmiyorlar,aynı zamanda yüksek sesle Bizans ordusundaki Uz,Peçenek ve Kuman Türklerine hitap ederek,kendilerini saf değiştirmeye davet ediyorlardı.Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse;Selçuklu Türkleri,soydaşlarına,bu gece içinde Bizans karargâhını terk etmelerini;çünkü gün ışır ışımaz karargâhta bulunanların hepsini imha edeceklerini bildiriyorlardı.Bu tehdit de,Bizans ordusunun maneviyatını son derece bozmaktaydı

İmparator Manuel’in durumu ise,daha kötüydü.Uğradığı felaket karşısında aklı ve mantığı adeta durmuş gibiydi.Bu felâketten kurtulabilmek için ne yapacağını,neye karar vereceğini bilemiyordu.Nihayet,imparatorun aklına,kendisini bu felaketten kurtarabilecek bir plân geldi.İmparator bu plânı görüşmek üzere komutanlarını bir çadırda topladı.Bir Bizans kaynağının kaydına göre,imparatorun kurtuluş planının esası şu idi:”Gizlice kaçmak,geride kalan askerleri de tutsaklığa ve ölüme terk etmek”.Komutanlar bu alçakça plânı onaylamadıkları gibi çok şiddetli tepki gösterdiler.

İmparator için umutsuz gözükmekle birlikte son bir çare kalmıştı. O da Sultan Kılıç Arslan’a barış teklifinde bulunmak idi.İmparator pek umutlu olmasa da,bu son şansını kullanmak üzere elçisini gece Selçuklu karargâhına gönderdi.Bu teşebbüs,hiç şüphesiz,ta savaşın başından beri İmparatorun gösterdiği en doğru ve en mantıklı davranış idi.Çünkü şartlar düşünüldüğünde imparatoru ve ordusunu,içine düşmüş olduğu tehlikeden kurtarabilecek başka çare de yoktu.

Belgelere dayalı açıklamalarımda belirttiğim gibi Arodulu’nun Türk Yurdu olmasında önemli bir olay sayılan Myriokephalon(Düzbel Savaşı)Sandıklı topraklarında olmuştur.

Bizans elçisi Selçuklu karargâhına ulaşınca,Sultan Kılıç Arslan,imparatorun barış teklifini görüşmek üzere komutanlarıyla bir toplantı yaptı.Bu toplantıda yapılan değerlendirmelerde nelerin konuşulduğu bilinmemekle beraber imparatorun barış teklifini kabul etme kararı çıktı.Bundan da anlaşılıyor ki,Sultan Kılıç Arslan,imparatorun ve Bizans ordusunun içinde bulunduğu tam olarak bilmemektedir.Daha doğrusu o,kazanmış olduğu büyük zaferin henüz farkına varamamıştır.Gerçi,savaşın cereyan tarzı,özellikle zamanın gece olması,Kılıç Arslan’ın tam bir değerlendirme yapmasına imkân ve fırsat vermemiştir. Kanaatimizce,bu toplantıda İmparatorun barış teklifinin kabul edilmesinde,Sultan Kılıç Arslan’ın ihtiyat ve merhamet duyguları başlıca rol oynamış bulunmaktadır.

Sultan Kılıç Arslan’ın kararı,aynı gece içinde imparatora ulaştırıldı.Bu olumlu cevap üzerine bir hayli rahatlamış olan imparator,geceyi sâkin ve rahat ve rahat bir şekilde geçirdi.Fakat gün ışır ışımaz Bizans karargâhı Selçuklu birlikleri tarafından birden sarılıverdi.Zira,Kılıç Arslan’ın  kararı, henüz Selçuklu birliklerine ulaşmamıştı.Selçuklu kuvvetleri, korkunç naralar atarak dört taraftan saldırıyor,hedefini delip geçen oklarını Bizans ordusunun üzerine boşaltıyorlardı.İmparator Selçuklu kuvvetlerini püskürtmeye çalıştıysa da,hiçbir başarı elde edemedi;geri çekilmek zorunda kaldı.Artık,Bizans ordusunun imhası zaman meselesiydi. Fakat tam bu sırada imparatoru ve ordusunu kurtaracak sürpriz bir gelişme oldu.İmparatorun barış teklifini görüşmek üzere Sultan Kılıç Arslan tarafından gönderilmiş Selçuklu elçisi Emir Cafer(Gabras) Bizans karargâhına geldi.Barış teklifinin kabulü,artık kurtuluştan ümidini kesmiş imparator için gerçekten de Tanrının bir lütfû oldu.İmparator Selçuklu elçisi Emir Cafer’i (Gabras) büyük bir memnuniyetle kabul etti.Böylece,imparatorun mahvolmasına sebep olacak kanlı savaş birden durdu.

. Yapılan eski anlaşmalara sadık kalınacağını imparator kabul etti. Eskişehir ve Roma kaleleri yıkılacak 100 bin altın, 100 bin gümüş ve bir çok çuha kumaş ödenek olarak verilecekti. İmparator sulhun şartlarının bir kısmını yerine getirdi. Bir kısmını getirmedi.  Eskişehir kalesi­ni yıkmadı. Böylece anlaşma bozulmuş oldu. Bu savaştan sonra Sandıklı, Dinar beyliklerine Emir Sungur, Dazkırı, Denizli, Çivril beyliklerine Emir Cafer atandı.

Antlaşma hükümleri üzerinde hiçbir müzakere yapılmadı.Selçuklu elçisi,Sultan Kılıç Arslan’ın isteklerini barış şartları olarak yazdırdı.İmparator Manuel de bu antlaşma metnini hiç incelemeden ve itirazda bulunmadan onayladı.Çünkü,bu metin,imparator için bir antlaşmadan çok âdeta bir kurtuluş belgesi idi.

İmparator yaptığı antlaşmayı utanç verici bulmuş olmalı ki,antlaşmada yer alan hükümlerin dışarıya sızmasını engellemiştir.Bu belgedeki sadece uygulanabilen iki hüküm tarihin kaynaklarına yansımıştır.Bu hükümlerde şudur:

  • İmparator,derhal Dorylaion(Eskişehir) ve Sublaion kalelerini yıkacaktı.
  • Selçuklu devletine büyük miktarda(100 bin dinar,100 bin dirhem,at ve kumaş vs.)savaş tazminatı ödeyecekti.

Görüldüğü gibi, bu antlaşma sınırlarda hiçbir değişiklik yapmamıştır.Öyle anlaşılıyor ki,Kılıç Arslan,bu antlaşma ile sadece Bizans’ın savunma sistemini çökertmeyi hedef almıştır.

Kılıç Arslan ile barış antlaşması yapmasına rağmen imparatoru endişelendiren başka bir durum vardı.O da güvenlik içinde İstanbul’a dönüp dönememe meselesiydi.Yaşadığı felâketten dolayı bu hususta bir hayli hassaslaşmıştı.Bu yüzden kendisini emniyette hissetmiyordu. Özellikle,Türkmenlerin saldırısından korkmaktaydı.Bunun için sultandan kendisine kılavuzluk yapacak güvenilir adamlar istedi.Sultan Kılıç Arslan,imparatorun Anadolu’yu güvenlik içinde terk etmesi için üç Selçuklu beyini görevlendirdi.

Selçuklu beyleri Kılıç Arslan’ın emri ile İmparator Manuel’i ve kalan ordusunu,savaşın geçtiği Karamık Belinden geri götürdüler.Bundan maksat,uğradığı felaketin vahametini bir kere daha imparatora göstermek ve onu manen ezmekti.Gerçekten de imparator ve ordusunun burada gördüğü manzara çok korkunçtu.Bir Bizans tarihçisinin ifadesine göre,”bu korkunç felaket karşısında ağlamak bile yetersiz kalmaktaydı”. Hendekler ve çukurlar,cesetlerle dolup taşmıştı.Vadinin içinde üst üste yığılan cesetlerden tepeler oluşmuştu.Bu yüzden vadideki çalılar bile görünmüyordu.Bazı cesetlerin kafa derileri yüzülmüş,bazılarının da erkeklik organı kesilmiş vaziyetteydi. Bir Bizans tarih yazarına göre,bunu Türkler kasıtlı olarak yapmışlardı.Maksatları ise,kendi kayıplarını gizlemek ve buna karşılık karşı tarafın kaybının çokluğunu göstermek ve böylece kazandıkları zaferin büyüklüğünü ortaya koymaktı.Gerçekten de Kılıç Arslan,bu teşebbüsünden umduğu sonucu elde etti.İmparator ve askerleri ,gördükleri bu manzara karşısında bir kere daha ağır bir şekilde sarsıldılar.Ağlaya ağlaya,hıçkıra hıçkıra,feryat figan içinde Karamık Belini geçtiler.Bu, gerçekten gören herkesi dehşete düşüren korkunç bir manzara idi.İşin en hazin tarafı ise,ölenlerin cesetleri ile hayatlarından ümit kesilmiş olan yaralılar için hiçbir şey yapılamaması ve hatta hepsinin leş yiyen kuşlara terk edilmiş olmasıydı.

Barış antlaşmasından sonra taraflar için savaş fiilen bitmişti.Fakat,Türkmenler Kılıç Arslan’ın imparator ile yaptığı antlaşmayı tatmin edici bulmadılar.Daha doğrusu onlar,zaman zaman yaptığı saldırılarla hayatlarını zindan eden imparatorun böyle kolayca kurtulmasına razı olmadılar.Bu yüzden sultanı “hainlik” ile suçlayarak,ağır hakaretlerde bulundular.Türkmenlerin kızgınlığı ve taşkınlığı bununla sınırlı kalmadı;onlar,Bizans ordusu Karamık Belinin  en dar yerinden geçerken karargâhına saldırmak suretiyle imparatora ağır bir darbe daha vurdular.Öte yandan,bu saldırı karşısında bir hayli şaşırmış olan imparator Manuel yanındaki Selçuklu beylerine Türkmenlerin antlaşma şartlarına neden uymadıklarını sordu.Türkmenlerin hayat tarzını ve sosyal psikolojilerini çok iyi bilen Selçuklu beyleri,”bunlar bize tâbi değildir” şeklinde bir cevapla imparatorun bu sorusunu geçiştirmeye çalıştılar.

Sultan Kılıç Arslan,barış antlaşmasından sonra ordusuna dönüş emrini verdi.Sultanın ve Selçuklu ordusunun eline geçen ganimet tek kelime ile muazzamdı.İmparator Manuel, binlerce araba ve yük hayvanı ile taşıdığı silahlarının,yiyeceklerinin,değerli eşyalarının ve hazinesinin  büyük bir kısmını Sultan Kılıç Arslan’a ve ordusuna kaptırmış bulunuyordu. Fakat bu kayıp,imparator Manuel için pek önemli değildi.Çünkü uğradığı felaketin büyüklüğü yanında bu maddi kayıp pek hafif kalmaktaydı.

Kılıç Arslan,başta Abbasi halifesi olmak üzere Müslüman hükümdarlara ve bu arada Alman imparatoruna birer fetihname ile hediyeler göndererek,zaferini müjdeledi. Sultan, bunlardan özellikle halife ve Müslüman hükümdarlara gönderdiği fetihnamelerde , Rumlar dan  artık herhangi bir endişe kalmadığını ve onlarla barış yaptığını belirtiyordu. Halife,zafer haberini Bağdat’ın camilerinden  hatipler vasıtasıyla bütün İslam dünyasına ilân etti.Bu haber bütün İslam ülkelerinde,özellikle Bağdat’ta bayram sevinci yarattı.Şairler,sultan Kılıç Arslan’ı öven şiirler yazdılar.[1]

1176 yılında Düzbel  Meydan Savaşı’nı kazanarak, Anadolu’yu yurt edinen Türklerin bölgeden atılamayacağını ispat etmiş oldu. Bu kesin zaferden sonra II. Kılıç Arslan akıncılarını Batı Anadolu’nun fethiyle görevlendirdi. 1182 yılında Uluborlu, Kütahya ve Eskişehir fethedildi. Denizli ve Antalya muhasara edildi. Danişmend arazisi ve Çukurova zapt edildi. Kazanılan kesin zaferlerle siyasi birlik ve sınır güvenliği sağlandı.

II. Kılıç Arslan ihtiyarlığını ve yorgunluğunu mazeret göstererek istirahata çekildi ve sahip olduğu topraklarının idaresini 11 oğlu arasında paylaştırdı. Kendisi Konya’da büyük sultan olarak kaldı. Bu sırada Selahattin Eyyubi’nin Kudüs’ü zapt etmesi III. Haçlı Seferi’nin başlamasına neden oldu. Konya Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı beyler her ne kadar Haçlılara büyük zayiatlar verdirdilerse de Haçlıların (Filistin’e) Kudüs’e ulaşmasına engel olamadılar.

II. Kılıç Arslan 1192 yılında Konya’da vefat etti. Yerine büyük oğlu Gıyasettin Keyhüsrev geçti. Fakat diğer kardeşleri onun iktidarını kabul etmeyince aralarında saltanat mücadelesi başladı. Nihayet Tokat Meliki Ruknettin Süleyman Şah, 1196 senesinde Konya’yı zapt ederek saltanatını ilan etti. Kısa sürede birliği sağladı. Taht kavgalarından yararlanmak isteyen Bizanslılarla, Ermeniler ve Gürcülerle mücadele etti ve 1204 tarihinde öldü. Yerine oğlu III. Kılıç Arslan geçti. Kısa bir süre sonra Gıyasettin Keyhüsrev Türkmen Beyleri’nin de istemesiyle küçük yaştaki yeğeni III. Kılıç Arslan’ı tahttan indirerek ikinci kez Anadolu Selçuklu Devleti’nin sultanı oldu.

Gustave_dore_crusades_the_syrian_army_by_a_sand_storm

 


[1] 226-Salim Koca,Kılıç Arslan’ın Türkiye Selçuklu Tahtına Çıkışı ve İlk Faliyetleri,Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı-I Ankara.2006. s.81

Bu yazı 2938 defa okunmuştur .

Son Yazılar