Ruhumuzda bahar temizliği yapmanın tam zamanı...
Mürşide AYHAN

Mürşide AYHAN

HAYATA DOKUNANLAR

Ruhumuzda bahar temizliği yapmanın tam zamanı...

21 Mart 2018 - 09:08

RUHUMUZDA BAHAR TEMİZLİĞİ YAPMANIN TAM ZAMANI

Bu yıl memleketimde karşılaşma şansını yakaladım baharı. Baharla birlikte mübarek üç ayların gelişini… Uzun yıllar olmuştu Afyonkarahisar’ın baharını görmeyeli. Bir bahane ile doğanın yeniden canlanışına tanıklık edecektim, geçmiş baharları bir kez daha anılarımda yaşayarak…

Bahar; doğanın yeniden doğmasını, canlanmasını müjdeler. Regaib Kandili de Hazret-i Âmine’nin, Peygamber Efendimiz’e hâmile kaldığı gecedir.  İki başlangıç bir araya gelerek de bu bahara başka bir derin anlam yüklemiştir.  Regâib; istenilen, değeri çok olan, bağış, ihsan, ikram ve nefis şeyler demektir. “Râğibe” kelimesinin çoğuludur.  

Büyük şehirlerde doya doya yaşayamadığımız, güzellikleri; bir gözümüzün görüp, bir gözümüz görmeden geçip giden mevsimleri;  gürültü, kalabalık, yaşama keşmekeşi içinde kaçırıyordum hep. Bu defa elimden tuttu bahar ‘’Gel seni istediğin gibi gezdireyim’’ diyerek.

Aslında gezdireyim diyenler, dayımın torunları idi. Kız kıza gezelim, gün yüzüne çıkarılan tarihi mekânları, yüzyıllardır dilden dile dolaşan efsaneleri yeniden yaşayalım; mübarek üç ayların başlangıcını birlikte kutlayalım,  baharı da yanımıza alalım diyerek kız kardeşimde beraber şehrimizin bir ucundan; Taşpınar Mahallesinden başladık turlamaya. Taşpınar mahallesi, dayımın kızının gelin geldiği mahalle, çocukluğumda birkaç kere gelmiştim. Özellikle çeşmesinin olduğu bölge en çok anılarımda kalmıştı. Yine o anıları tazelemek için çeşmenin olduğu yere park ettik arabamızı.

Taşpınar çeşmesi; benim anılarımda kalan çeşmeden çok farklı geldi gözüme. Suyun başında;  kalabalık gelinleri,  kızları aradı gözlerim. Ellerinde bakır kalaylı güğümlerle su dolduran, bakırca dedikleri kovalarla evlerine su taşıyan; kazanlarda su kaynatıp çamaşır yıkayan kadınlara bakındım. Esvap taşında büyük enerji sarf ederek çamaşırı sürterek, tokaçla vurarak temizlemeye çalışan mahallelileri görmek istedim. ‘’Eskiden, evlerde çeşme yoktu’’ diye anılarını anlatan annemin sözleri aklıma geldi. Genç kızlara ‘’Allah içi çeşmeli evler versin ‘’diye edilen duaların içtenliği…

Doğal kaya kütlesinin önüne, irili ufaklı taşlardan örülerek yapılan bu çeşme yenilenmiş,  su akan oluğu, sanki biraz daha yere yaklaşmıştı. Oluktan akan suyu iyice azalmıştı. Bir ara suyun içilmemesi için ‘’Bu su mikropludur’’ uyarısı asılmış. Ama eskiden çamaşır, bulaşık, banyo ve içme suyu olarak kullanılırdı. O günlerin anısına üç, dört ocak ya da çamaşırlık yeri ile yenilenmiş düzenlenmişti. Taşpınar artık taşmıyor…

Başımı kaldırıp daha yukarılara bakınırken çeşmenin hemen yukarısında park göze çarpıyor. Mesirelik, dinlenme yeri olarak tanzim edilmiş. Gözümüz birden hıdırlığın uzantısı olan tepelere kayıyor, şaşkınlığımız artıyor nedense, bademler çiçek açmış. Pembeli, beyazlı bizi selamladı uzaktan ağaçlar. Biz gelirken yoktu da, bizi görünce açıvermiş gibiydiler. Sevinçli bir mutlulukla, selamlarına karşılık verdik.

Kızlar, babaannelerinin eski evlerinin önünden geçerek annelerinin anısını yâd etmek istediler. Birbirine benzeyen evlerin kapı önlerinden geçerek, ‘’orası mı, şurası mı?’’ derken bulduk babaannelerinin evini. Çoktan yeni sahibine alışmış evin, kapısının şekli de boyası da değişmişti.  Biz ‘’Orası mı, Şurası mı?’’ diye bakınırken mahalle sakini bir yaşlı teyze bastonu ile güç bela yanımıza geldi. Selam verdik, aldı. ‘’kimi aradınız?’’ meraklı, kuşkulu bakışlarla bizi sorguya çekti. ‘’Geziyoruz’’ dedik. ‘’Nerelisiniz?’’  hepimizde ‘’Afyonluyuz’’ diye cevap verdik. Sorgumuz bitmedi ‘’Kimlerdensiniz?’’ anne tarafımızın, baba tarafımızın kimlerden olduğunu söyledik. Kendinden emin bir şekilde ‘’Afyon’un yerlisisiniz’’ kızların babaannelerini, babalarını tanıdı. İleride kapısının önünde duran başka bir yaşlı kadına açıklamada bulundu. Bizden öğrendiği bilgileri kendine has konuşma diliyle aktardı.

Olucak çeşmesini hiç görmemiştim. Görmek istedim. Yaşlı teyzeye sorduk, ‘’Olucak Çeşmesi yakın mı nerden gidilir?’’ diye ‘’Orda kime gideceksiniz?’’ sorgu bitmemişti anlaşılan. ‘’Çeşmeyi göreceğiz’’ dedik. Kara Kâtip Camisinin arasından yukarı yolu gösterdi, ‘’yukarı çıkın; sağa dönün, düz gidin’’ bütün samimiyeti ile yolu tarif etti. O sırada öğle ezanı okundu. Namazı kılmak için Kara Kâtip camisine yönelince, yolu yanlış anladığımızı düşünerek bastonu ile yolu işaret etti. Sanki öfkelenmiş gibi ‘’Öyne değil, şöyne gitceniz’’ 

Kara Kâtip camisinin içinde bir de türbe var.  Kara Kâtip bir söylentiye göre, Fatih Sultan Mehmet devrinde yaşamış ve Çavuşbaş Caminin yapımında görevlendirilen kişilerden biridir. Avlu kapısının yanında birde çeşmesi bulunuyor.

Namaz vakti camide imamdan başka kimse yok. Kadınlara ayrılan üst katta herkes kendi kıldı namazını. Hoca da kendi kıldı.

Olucak çeşmesine giderken, gözden kayboluncaya kadar, yaşlı teyzenin direktifleri ile yola devam ettik. Bizi doğru yönlendirdiğine kanaat getirdikten sonra içinin rahat ettiğini düşündüm. Sokaklardaki temizlik çok dikkatimi çekti. Ara sokaklarına döşenen taşlar bile pırıl pırıldı. Mahalle sakinleri sokaklarına sahip çıkıyorlar. Neredeyse sokaklarından bir yabancıyı sorgusuz sualsiz geçirmeyecekler. Bu sahiplenme hoşuma gitti.

Bahar elimizden tuttu demiştim ya, baharın samimiyeti ve sıcaklığı ile üzerimizdekiler fazla gelmeye başladı. Montlarımızı elimize aldık. Tertemiz hava, bize göz kırpan güneşle Olucak çeşmesini bulduk.  Tek başına orta yerde duruyordu. Suyu daha fazla Taşpınar’dan.

Bektaşi Menkıbesine göre Seyyid Hasan Basri, Karaca Ahmet SultanYargeldi Sultan (Akşemsettin) ve Hayran Veli Sultan arkadaştırlar. Eğitimlerini tamamlayıp Afyon’a gelirler ve dolaşırlarken susarlar,  namaz vakti gelmiştir. Karaca Ahmet Sultan, asasını yere vurur ve yerden su fışkırır. Çıkan su ile işlerini hallederler. Bu suyun çıktığı yere bir çeşme yapılır. Bu çeşme bugün Olucak Çeşmesi’dir. 

Olucak efsanesini yaşayarak, dünle bugün arasında köprü kurmaya çalıştık.  Bahar yağmurlarının da beslediği pınarlarından ruhumuza abdest aldırarak arabamızın olduğu yere doğru yöneldik.  Kaybolarak yolları uzattık, ilk gördüğümüz sokaklara dönerek gitmeye çalıştık. Yolumuzun üzerinde kaldıramadıklarını söyledikleri yatır ile karşılaştık Gülâboğlu Şeyh Muhammed Askeri-i Halveti, manevi yönü kuvvetli veli olarak biliniyor. Dualarımızı ettikten sonra, yeni yerler görmek için harekete geçtik. Afyonkarahisar; evliyaları, velileri, erenleri çok olan şehirlerimizdendir.

Türbe  (Mevlevi) camisinde yoğun bir kalabalık göze çarpıyor. Bütün mahalleyi de saran manevi hava,  baharın etkisi ile içimize ılık ılık akıyor. Hemen girişte balmumu heykelleri ile tasvir edilen, o günlerin yaşamından kesitler sunulan küçük müze ile karşılaştık. Daha önce gelmiş olmama rağmen ilk defa görüyormuşçasına heyecanla mini açıklamaları okudum.  Eşyaları ile giyim kuşamları içinde o etkili maneviyatı çözmeye çalışıyorum. Derinden gelen ney sesi zaten sizi alıp götürüyor, huşu içinde etkilenerek önce Konya’ya uğruyorum, sonra Mevlana ile birlikte geliyorum 800 yıl öncesine… ‘’Bulanlar ancak arayanlardır’’ diyen Mevlana’nın sözüne uyarak bizde arıyoruz. Ne bulacağımızı bilemeden…

Türbede Mevlevi şeyhlerine ait 12 sanduka bulunmaktadır. Mevlana’nın torunlarından Aba Puş- i Veli, Sultan-ı Divani (Mehmet Semai Çelebi), Hızır Şah Çelebi gibi Mevlevi büyükleri ile Şah İsmail’in oğlu Elkas Mirza da burada yatmaktadır.  Ayrıca Vatan Şairi; Namık Kemal’in annesi; Fatma Zehra Hanımın mezarı da caminin avlusunda yer almaktadır. Dualarımızla oradan ayrıldık. Restore edilip, kültür evi haline getirilen Millet hamamına (Gâvur Hamamına) girdik.

Girişte sergilenen eserleri inceleyerek, hamam kapısından içeri süzüldük. Daha önceki gelişimde hissettiğim hamam kokusunu bu kez duymadan gezimize başladık. Yerdeki sembol ayak izleri, bizi diğer kapısından çıkışa yöneltti. Hamamın ne kadar büyük olduğunu her bölümde ayrı ayrı kurslarda eğitim alan öğrencileri görünce anladım. Resim, müzik, el sanatları gibi birçok dalda eğitim gören, yetişen gençler, çok güzel eserler meydana getirmişler. Su kabağından yapılan abajurların, renklerine ve modellerine bayıldım.

Kuyulu camisini de ziyaret ettik. Kuyulu camide bulunan mezar ve kitabede anlatılan olay Mevlevi ve Bektaşi kardeşliği (yaren) konusunda birleştirici bir örnek olarak karşımıza çıkıyor. Camide bulunan, görevlisi olduğunu sandığımız kişiden, kuyulu cami hakkında bilgi almak istediğimizde, ‘’minarenin altında kuyu var ondan adı kuyulu cami’’ dedi. Mezarını sorduğumuzda ‘’üstünde yazıyor’’ diyerek yürüdü gitti. Giderken de ‘’Çıkarken bahçe kapısını örtün’’ demeyi ihmal etmedi.

‘’Baharın ılık havası bir yandan, gezdiğimiz yerlerin mistik havası bir yandan, başımızı döndürdü’’ diyerek, restore edilmiş eski evlerden birinin bahçesine oturduk. Yan tarafında da kadınanaların türbesi restore edilmekteydi. Çay bahçesi haline getirilmiş avluda; yaşanmışlıkların eşyaları sergileniyordu. Otantik bir havada çayımızı yudumlarken, katmerlerin ‘’deve çulu’’ diye tabir ettiğimiz katmerlerden çok uzak olduğu gözümden kaçmadı. Bahçe duvarlarına dayadıkları, büyüklü küçüklü hamur tekneleri, haşhaş sürtmek için özel taşı olan ‘’haşgeş taşı, el taşı ‘’ile birlikte sergilenmiş. Ağaçlara astıkları eski fenerlerle dekorlarını tamamlamışlar. Bir çok konak yenilenerek meraklı ziyaretçilerin beğenisine sunulmuş.

Yol boyunca, pek çok tekke ve türbeleri ziyaret ettik. Vesveselerin giderilmesi için Vesvese Dedeyi de unutmadık. Gezimiz süresince Afyon Kalesi, bakışlarını üzerimizden hiç ayırmadı. Nereye gidersek gidelim ‘’ben buradayım’’ diye kâh arka yüzünden kâh, yan yüzünden hep bizi izliyordu. Baharın güneşi üzerine vuruyor, ışıl ışıl parlatıyordu kaleyi.

Ulu Cami… Kırk ahşap direkli camii, kırk direğinin de anlamı var. 1272 yılında "arasta" adı verilen çarşıdaki yanan mescidin yerine inşa edildiğini "Yangın, çarşıyı ve esnafın namaz kıldığı Hocabey mescidini kullanılamaz hale getirmiş. Esnafın isteği ve desteğiyle Sahipata Nusretiddün Hasan tarafından, ahşap ustası Neccar Emir Hacı Bey'e bu cami yaptırılıyor. Yapan kişi de 40 esnafın anısına camiyi 40 direk üstüne inşa ediyor. Cami, bir birine geçme ve bindirme tekniği olan kündekari tekniği ile hiç çivi kullanılmadan yapılıyor. Bu özelliği ile  Türkiye 'de ve dünyada sayılı camiler arasında gösterilmektedir."  Ulu Camide, özel günlerde Sakal-ı Şerif sergileniyor. Cami içindeki ahşap sütunların oymacılığı dikkat çekiyor. İşlenen model ve motiflerin, yerdeki halıların modeli ile aynı olduğu belirtiliyor. Halılar kaybolduğunda, ya da eskidiğinde sütunlardaki modellerden örnek alınması düşünülmüş. Çok ince bir detay...

Camide göze çarpan bir diğer unsurun ise;  içerisindeki mezar… Camide, zamanın müftülerinden Çil Hafiz Ali Rıza Efendi’nin mezarı bulunuyor. Öğrencileri tarafından buraya defnedildiği biliniyor. Gömüldüğü yeri kimsenin bilmemesini vasiyet ediyor öğrencilerine.  Camii görevlisinin anlattığı bilgiye göre,’’ mezarımı gelen çiğnesin, giden çiğnesin’’ demiş, benlik ve bencillikten kurtularak kendisinin Allah katında paspas kadar değeri olmadığını vurgulamak istediğini belirtiyor. 2005 yılında yapılan tadilatta kitabesi ile birlikte mezarı bulunuyor. Mezarı çiğnemenin günah olduğu düşünülerek etrafı demir parmaklıklarla çevrilmiş bir şekilde Ulu Camii içerisinde yatıyor. Dualarımızı ederken; Çil Hafiz Ali Rıza Efendi’nin hassasiyetini anlamaya çalışıyor,  kibir, gurur, bencillik gibi dünyevi duygularını kendimizden uzaklaştırmanın önemini kavrıyorduk.

Son günlerin Afyon gündemi olan 500 yıllık tarihi Taşhan;, hizmete açılır açılmaz halkın ziyaret akımına uğramış görünüyor. Daha önce farkına varmadan önünden gelip geçtiğimiz bu hanın kapısı dikkatimi çekerdi hep. Yanındaki çeşme ile birlikte köhne bir görüntüye sahipti. İçi, yakınındaki esnafların deposu olarak kullanıldığı için tarihi özelliği ve güzelliği kaybolmuş gibiydi. Restorasyondan sonra gün yüzüne çıkarılmış, turistik bir çarşı olarak tasarlanmış, iyi de olmuş.

Hanın içine girdiğimizde iki katlı 41 odası olan, ortası avlu gibi üstü açık, kare planlı binanın zamanında özenilerek yapıldığına şahit olduk. Afyonkarahisar merkezinde bulunan Taşhan, 17.yüzyıl ortalarında Kadı Abdullah Efendi tarafından yaptırılmıştır. İki kat olarak yapılan Taşhan moloz taştan, kargir olarak kullanılmıştır. Güneydeki ana giriş avluya açılmakta olup, tonozlu kemerli ve iki ahşap kapılıdır. Taşhan’daki üst kat odaları üst revakla çevrelenmiştir.  

Küçük sehpalarla, taburelerin bulunduğu orta bölüm, kafeye dönüştürülmüş, bizde önünde meşe kömürü yakılmış mangallı küçük taburelere oturduk. Birer sade kahve söyledik. İçerisi gerçekten çok kalabalık. Gelenlerin meraklı bakışlarını, oturacak yer bulamama telaşlarını, etrafımızı incelerken fark ediyorduk. Antika dükkânlarını, renkli nakışlı Bayat kilimlerini, Afyon’un kendine has yöresel eşyalarını büyük bir keyifle seyrettik.

Üst kata, sağlı sollu iki merdivenle çıktık. Oradaki dükkânları da gezdik. Henüz boş dükkânlar vardı. Sanırım onlarda en kısa sürede dolacak. Edindiğim bilgilere göre; Afyonkarahisar’da çoğu kaybolmuş 21 tane han varmış. Diğer hanların da gün yüzüne çıkarabilmesi umuduyla Taşhan gezimizi bitirdik.

Güzel bir bahar gününün eşliğinde, üç ayları karşılamanın mutluluğu ile yolumuzun üstünde ki diğer cami, yatır ve türbeleri de ziyaret ettik.  Regaip kandilinde yapılacak pişi için; çörekotu aldık. Evlerimize dönerken, mahalle fırınından sıcak sıcak çıkan ev ekmeği almayı ihmal etmedik.

‘’Baharın başlangıcı, üç ayların girişi, Regaip kandiline erişmenin mutluluğu ile iç dünyamızı yeni başlangıçlara hazırlamak, yaşamın getirdiği bunaltılardan, kötümserliklerden, mecazi pisliklerden, bütün negatifliklerden arındırmanın; ruhumuzda bahar temizliği yapmanın tam zamanı’’ diyerek bahar gibi taze güzelliklerin, sevgilerin rüzgarına kapılmayı umduk.

 

Mürşide AYHAN

Bu yazı 3132 defa okunmuştur .

Son Yazılar