Suçluları kim?..
Mürşide AYHAN

Mürşide AYHAN

HAYATA DOKUNANLAR

Suçluları kim?..

09 Nisan 2018 - 17:02

Toplumumuzu derinden etkileyen ahlak çöküntüsü günümüzde almış başını gidiyor. Hemen her gün dehşet verici olayları duyuyoruz, görüyoruz, okuyoruz. Esrar, eroin, uyuşturucu, alkol kumar ve fuhuş, sektörü artıkça toplumda manevi bir çöküntü başlıyor. Hırsızlıklar, tecavüzler, cinayetler, kadın düşmanları, bunalımlı insanlar; özellikle son yıllarda büyük artışlar gösteriyor. Belki kendi kendimize üzülüp, gelecek adına kaygılanıyoruz…

Bunların nedenlerini araştırmak tabii ki psikologların, sosyologların, toplum sağlığı ile ilgili birimlerin görevidir mutlaka. Bir eğitimci gözü ile okullarda gördüğüm; çoğuna çare olamadığımız sorunlu çocukların yetişip, başkalarına zarar vererek toplumda karışıklık oluşturmalarıdır.

Öğretmen olarak görev yaptığım yıllar içinde öğrencilerimle ilgili unutamadığım pek çok anı yüreğimin bir köşesinde sıkışıp kaldı. Karınca kararınca konuyla ilgili olduğunu düşündüğümden paylaşmak istiyorum.

 
Bunlardan bir kaçı;
Derslerine ilk defa girdiğim öğrencilerin hepsini hemen tanıyamam. Bazıları ilk günden kendini gösterir, bazılarını da zaman içinde öğrenirim. Genellikle ilk göze batanlar, ya sınıfın çalışkanlarıdır ya da en haylazlarıdır. 
Boyu uzun olduğu için en arka sırada tek başına oturan öğrencim; sınıftaki diğer öğrencilere göre daha büyük görünüyordu. Sanki bir hareketle döner koltuğundan dönüverecek, emirler yağdıracak mafya lideri gibi duruyordu. İlk günlerde pek dikkatimi çekmese de, sonradan; sırasında olmadığı zamanlar gözlerim onu arıyordu sınıfta. Birinci dersimde görüyorsam ikinci derste yoktu. Derslere devamsızlığı artıyordu. Derste olduğu günlerde ise başı daima önünde, dersle ilgisiz, kayıtsız, deftersiz kitapsız öylece oturuyordu. Yanına gidip defterini kitabını sorduğumda, sıranın altından isteksiz hareketlerle bir defter çıkarıyor, ceketinin iç cebinden çıkarttığı kalemi parmaklarının arasında çevirerek, ‘’Çıkarttım işte ne olacak?’’ havasında tek bir kelime etmeden, dediğimi yapıyordu. Saygısız değildi. Temiz yüzünün bakışlarında derinlik vardı. Besbelli kimselere anlatmadığı ya da anlatamadığı sıkıntılarını, gözünü ayırmadan baktığı, oturduğu sırasının üzerinde saklıyordu. 
Yazılılara girmedi, dönem ortasında da kayboldu gitti. Sırasını sınıftan başka öğrenciler doldurdu. Yokluğu zaten belli değildi, daha sonra yoklama defterinden adı silindi. Okul idaresinden disiplin cezası aldığını söylediler. Okulu bırakmıştı. Annesine, babasına ulaşılamadı. Parçalanmış ailenin ortada kalmış bir ergeniydi.
Yılsonuna doğru, öğretmenler odası, sınıflar; bu öğrencinin iki kişiyi öldürdüğü haberi ile çalkalandı. Ani bir öfkeyle hiç yok yere katil olmuştu. Suçlusu kimlerdi? Dünyaya getirdiği çocuklarını ortada bırakıp kendi yollarına giden annesi, babası mıydı? Onu okuldan atan okul idaresi mi? Kendisine rehberlik edemeyen öğretmenleri mi? Yoksa toplumun kaybettiği değerler mi?

Bir başka anıdan;
Okulları evlerine uzak olduğu için servisle gidip geliyordu öğrenciler. Güzergâhı bizim semt olan servisi bende kullanıyordum. Sabahları, öğrencileri evinin önünden alıp, okul çıkışı yine evlerinin önüne bırakıyordu servis. Hepsi kız öğrenci olan lise öğrencileri okulun genel kurallarına uygun kıyafetleri içinde okulun bahçesinde toplanır, öğrenciler sınıflarına göre, nöbetçi öğretmenler gözetiminde içeri alınırlardı. 
Aynı serviste gelip gittiğimiz kız öğrencilerden biri, teneffüste sınıfta bayıldı. Bütün nöbetçi öğretmenler koştuk, ayıltmaya çalıştık. Bir süre sonra ağlayarak kendine geldi. Bayılmalar gittikçe artmaya başladı. Yerli yersiz derslerde de devam edince; bazı öğretmen arkadaşlar, öğrencinin numaradan bayıldığı kanaatine vardılar. Velisi arandı telefonla, telefon hiçbir zaman açılmadı. Derslerdeki devamsızlığı artınca merak ettim. Çünkü her sabah servisine binerek okula geliyor, okul çıkışında yine servisle evine dönüyordu. Okul idaresinin iş birliği ile bu öğrenciyi takibe aldık. 
Öğrenci servisle okula geliyor, okul kapısından girmeden başka yöne çekip gidiyor. Okul çıkış saatinde de geliyor, okuldan çıkmış gibi servisle evine gidiyordu. Okulda olduğu günler de bayılıyordu. Okul müdiresi bizzat kendisi takip edip, başıboş gençlere takıldığını gördü. Öğrenciyi düştüğü bataklıktan kurtarmak için çok uğraştı. Ailesi ile görüşmek istedik, öğrenci aracılığı ile velisini okula çağırdık. Annesi ve babasının ayrıldığını, başkaları ile evlendiklerini, ikisinin de bu şehirde olmadığını, kendisi de çok yaşlı babaannesi ile birlikte kaldığını anlattı. Babaanne kızlarının okuduğunu sanıyordu. Bir süre sonra bu kız öğrencinin evden kaçtığını öğrendik. Sonucu malum…


Bir diğer anım;
Geçici olarak, dersleri boş geçen bir ortaokulda görevlendirilmiştim. Gireceğim sınıfın birinde yetiştirme yurdunda kalan bir öğrenci diğer öğretmenlere illallah dedirtmişti. Derse girmeden beni uyardı öğretmen arkadaşlar. ‘’ Ders işlemek istiyorsan onu iyice döveceksin, sonra ders anlatacaksın. Yoksa ne ders işleyebilirsin, ne de anlatabilirsin’’ dediler. O sınıfa girdiğimde gerçekten de adı geçen öğrenci yerinde hiç oturmuyor, ders dinlemek isteyen öğrencilerin defterini, kitabını alıyor, kızların saçını çekiyor, kimine kalemini dürtüyor, kimini sırasından düşürüyor. Biraz izledim kendisini. Sonra yanıma çağırdım. Döveceğimi düşünerek, yüzünü ve başını korumak amacıyla eliyle siper ederek çekinik adımlarla yaklaştı. 
Ela gözlerini kırpıştırarak gelirken, yüzünün çocuksu masumluğu, sevgi arayıp ta bulamadığı için derin çizgilerin temel atmaya başladığı hüzün gölgeliyordu. Yüzü gözü kabuk bağlamağa yüz tutmuş yaralar içindeydi. Başını okşayarak, ‘’Gel bakalım, senin yerin neresi bana göster’’ dedim. Başını okşarken, vuracağımı sanarak geriye irkildi. Adını biliyordum. Adıyla hitap ettim. Dövülmeyeceğini anlayınca yerini gösterdi. Oturmasını söyledim. Defterini kitabını çıkarttı çantasından. Hiç kapağı açılmamış bir kitap, yazı yazılmamış yepyeni defter. Kılık kıyafeti diğer öğrencilere göre daha iyi idi. Defterin ilk sayfasına adını soyadını yazmasını istedim. 6.sınıf öğrencisi olarak çirkin bir yazı ile eksik yazdı adını. Anladığım kadarı ile öğrenme güçlüğü vardı. 
Teneffüslerde yanımda benimle beraber yürümek istiyordu. Arada abartılı bir şekilde kucaklıyordu. ‘’Benim annem olur musun?’’ diyerek. Öyle sevgiye, şefkate ihtiyacı vardı ki; teklifini bir şartla kabul ederim dedim. ‘’Dersleri iyi dinleyeceksin, yerinden hiç kalkmayacaksın’’ anlaştık. Karnının aç olduğunu söyledi, kantine indik bir şeyler yedi. 
Artık derslerimde uslu duruyor, sırasının yanına geldikçe sevgi gösterisinde bulunuyordu. Bazı günler bakışları dumanlı gibi şuursuzca davranıyordu. Birkaç kere okulun arka bahçesinde kuytu yerinde, saklanmak istiyor gibi bir hali varken gördüm. Ne yaptığına anlam veremedim. ‘’Bali içiyor’’ dediler, çok şaşırdım. Bacak kadar çocuk, ne zaman alışmış, nerden buluyor, okulda içmeye nasıl cesaret ediyor bilemedim. İdare ile görüştüm. Yetimhanede kaldığını, kendisinin bebekken bir battaniyeye sarılı olarak sokakta bulunduğunu anlattılar. İçim acıdı. 
Bir gün, öğleyin okuldan çıkışta, bütün çocuklar bağrışarak yakında bulunan tren yolunun olduğu yöne doğru koşuyorlardı. ‘’Ne oluyor?’’ demeye kalmadan, tren geçti bütün gürültüsü ile. Öğrencinin ‘’kendimi trenin altına atacağım’’ diye koşarak tren yoluna doğru gittiğini söyledi arkadaşları, görenler arkasından yetişmiş faciaya saniyeler kala kurtarmışlardı. Aynı çocuk defalarca ilgi çekmek için ‘’Kendimi öldüreceğim’’ tehditlerinde bulunmuş ve bir şekilde hayatta kalmayı başarmıştı. 
Kısa bir süre sonra o okula atanan yeni öğretmenden sonra asıl görev yerime döndüm. Daha hayatının başında annesiz babasız kalmış, terk edilmeyi hazmedememiş bu öğrencimden bir daha haber alamadım. Sevgiye muhtaç olduğu yaşlarda, aile sıcaklığını sığındığı uyuşturucularda araması, kendi ruhunun acısını, büyüdüğünde çevresindekilerin ruhunu acıtarak dindirmeye çalışması olası bir çocuk…


Gözden ırak parklarda kümeleşmiş sokak çocuklarının, poşetlerin içinde bali çektiğini gördüğünüzde kendilerine müdahale etme şansınız yoktur. Öyle ki rastladığınızda yolunuzu değiştirirsiniz. Bir sigara için adam öldürebilecek kadar gözü dönmüş olurlar. Köprü altlarında ıssız sokaklarda kendi haline bırakılmış çocuklar…

Sınıfta zaman zaman kaybolan ufak tefek eşyalar, cep telefonu ve paraya dönüşünce çalan öğrenci bulundu. Kendisinin böyle bir şeyi yapamayacağını düşündüğümüz bu kız öğrenci; ailesi ekonomik sıkıntı içinde olduğunu, zengin arkadaşlarına özendiğini ifade etmiştir. Tedavi ettirmek yerine ‘’Sakın bir daha yapma’’ diyerek uyarı mahiyetinde nasihatler edildi. Diğer öğrencilere de ‘’Eşyalarınıza sahip olun’’ denildi. Kleptomani: Çalma Hastalığına aday olabilecek bu çocuğun hastalığından ne yazık ki ailesinin hiç haberi yoktu.

Çoğumuzun bildiği bir hikâye vardır;

 

Anamas Dağı Hikâyesi

 

Anamas dağı Beyşehir Gölü’nün batısında olup 2110 metre yüksekliktedir. Bu dağın eteklerinde köyler vardır. Buralardaki halk geçimini diğer dağ köyleri gibi odunculukla hayvancılıkla sağlarlar. Fakat çoğu fakirdir, kıt kanaat geçinmektedirler. Böyle fakir ailelerden birinin küçük yaşta bir oğulları vardır. Annesi bunu daha küçük yaştan itibaren hırsızlığa alıştırır. Çocuk komşularının kümeslerinden tavuk bulur, tavuk çalar yumurta bulur yumurta çalmaya başlar

          Derken çocuk büyür onunla beraber çaldıkları da büyür. Delikanlı artık tavukla yumurta ile uğraşmaz. Dağda yol kesmeye adam soymaya alışır. Düpedüz eşkıya olur bu küçük tavuk hırsızı.  Sonunda hükümet kuvvetleri tarafından yakalanır. Çaresizce hâkime yalvarır “beni annem alıştırdı beni asmayın anamı asın” der. Bundan sonra dağın ismi Anamas kalır.

 

Bunlara benzer pek çok anılarımı sıralamak mümkün, yukarıda bahsettiğim sadece birkaç anım. Ailesi tarafından ilgi gösterilen ve sevilen çocukların beyninin daha iyi gelişip, zeki, sosyal ve başarılı bir hayat sürdüğü görülürken; ilgiden ve sevgiden yoksun yetişen çocukların daha az zeki, daha az sosyal, suça ve kötü bağımlılıklara daha yatkın şekilde yetiştiği görülmüş. Her parçalanan ailenin çocuğu, ya da annesiz babasız büyüyenlerin, potansiyel suçlu olacak diye bir şey yok ama istisnalar kaideyi bozmaz. 
Günümüzde nasıl yapabildiklerine akıl sır erdiremediğimiz canilikleri yapanlar, ahlak ve vicdan sınırlarını zorlayanlar, insanlıktan çıkmış olanlar, büyük olasılıkla çocukluk yıllarında yaşadıkları sevgisizlik ve ilgisizliğin sonucunda bu hale gelmişlerdir. Çocuklarımızı bu tür yanlışlardan kurtarmak başta ailelere düşüyor. Toplumda kendi haline tek başına bırakılmamalı. Okullarda ki rehber öğretmenler çocukları iyi analiz etmeli. Okul idaresi, yanlışı olan çocukları okuldan atmak yerine onu sahiplenerek gerekli eğitiminin verilmesi için ilgili bakanlıklarla iş birliği içinde çocuğu kazanma yoluna gitmeli. Unutulmamalıdır ki; elma kasasında bir çürük elma, bütün elmaları zamanla çürütür. Önemli olan çürütmemek…

 

Mürşide AYHAN

 

Bu yazı 2695 defa okunmuştur .

Son Yazılar