Bir Ülkücü Mahkûmun Cezaevi Günlükleri
Oğuzhan SAYGILI

Oğuzhan SAYGILI

KİTAPLARLA SÖYLEŞİ

Bir Ülkücü Mahkûmun Cezaevi Günlükleri

02 Şubat 2018 - 10:49

Ülkemizde 80 İhtilali öncesi yaşanılan kamuoyunda “Sağ-Sol çatışmaları” olarak bilinen; ciddi kavgaların, kanlı çatışmaların, faili meçhul –olmayan- cinayetlerin günlük sıradan hale geldiği; caddelerin, kahvelerin, mahallelerin, okulların hatta şehirlerin parsellendiği ve bölündüğü dönemi yaşayanların kahir-i ekseriyetinden “Allah o günleri bir daha göstermesin” cümlelerini sıkça duymuşuzdur. Bu dönem 12 Eylül ihtilalıyla sona ermiştir. Aradan 30 yıl kadar geçmesine rağmen; o dönemin kavgalarının tarafları ve taraftarlarınca, müdahillerince, hakemlerince, hatta akademik ve aydın çevrelerce yaşanılan süreç masaya yatırılıp enine-boyuna, tartışılmadığını; günümüz ve gelecek nesiller için gerekli dersler çıkarılamadığını düşünüyorum. Bugün o dönemin sağlıklı tahlilini yapanlar olarak kamuoyunda gösterilenlerin dahi olayı basitçe bir sağ-sol çatışması olarak yorumlaması ilginçtir.

Kavganın taraflarından sol düşünce gurubundaki pek çok kişi bu dönemin sorgulanmasına yönelik kendi yaşadıklarını ve düşüncelerini günce ve hatıra olarak yayımladılar. İdeolojik kamplaşmanın sağında bulunan ülkücüler ise yaşadıklarını sözlü olarak çevrelerine anlatmanın dışında pek bir yönteme başvurmadılar. Tabii bu camia içerisinde istisnalarında olduğunu hemen belirtmek zorundayız. İşte bu istisnalardan birisi de Oğuzhan Cengiz’dir.

Oğuzhan Cengiz’i kısaca birkaç cümle ile şöyle tanıtabiliriz: Cengiz, Milliyetçi-muhafazakâr çizgideki bir babanın çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya gelir. Soğuk Savaş yıllarının gençleri öğüttüğü ölüm değirmenlerinin yaşandığı 68–80 yılları arasında ülkücü olarak çatışmaların ortasında kendini bulur. Ülkücü kimliğiyle birçok olaya karıştığı için cezaevine konulur. Cezaevinden bir süre sonra birkaç arkadaşıyla birlikte firar eder, yaklaşık olarak 20 ay kaçak gezer. Daha sonra ihtilaldan birkaç ay önce babasının da isteğiyle teslim olur. İstanbul, Edirne ve Malatya cezaevinde toplam 11 yıl yatar. Cezaevi sonrası yarım kalan yaşamına kaldığı yerden devam eder. Önce askerliğini yapar, sonra evlenir. Ticaret ile meşgul olur. 1997–2000 yılları arasında MHP İstanbul İl yönetiminde bulunur. Daha sonra çocuklarının isimlerinden oluşan “Bilgeoğuz” yayınevini kurar. Bugün yayıncı ve yazar olarak çalışmalarına devam etmektedir. Cengiz, cezaevi yıllarında ender olarak günce tutan ülkücülerden biridir. Cezaevi yöneticileri tarafından günlüklerinden bir kısmına el konulur. Kurtarabildiği günlüklerini “Yanıkkale” ve “Kapıaltı” isminde birkaç yıl kadar önce yayımlar. 

YANIKKALE [1]

Günü gününe tuttuğu günlükler 1 Ocak 1982’den Edirne cezaevinden ayrıldığı 2 Haziran 1982 yılına kadar devam eder. Edirne Kapalı Cezaevi’nin halk arasında yürekleri yakan anlamındaki “Yanıkkale” ismini kitaba başlık olarak verir Cengiz. Bu kitapta topladığı günlükleri daha çok deneme tadında olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle adeta mahkûmun zihin dünyasını oluşturan cezaevi, siyasî mahkûm, af, özgürlük, sayım, volta, ziyaretçi, mektup kavramları üzerinde duygu ve düşüncelerini anlatmaya çalışır. Yazar, örneğin ziyaretçisi gelmeyen mahkûmun oldukça gergin ve öfkeli olduğunu belirtir. Kendisinin de ziyaretçisi çok az gelenler sınıfında olduğundan ziyaret saatlerini özellikle uyumaya ayırır. Mahkûm ziyareti hakkındaki düşüncelerini şöyle açıklar: “Ziyaret ne efsunlu, cazibeli ve güzel bir kelime. Onun etrafında kurulan dünyanın düşleri, günlerin geçişini hızlandırır içerde. Her şey ‘ziyaret’ gününe endekslenir. Bütün sohbetler, konuşmalar onun etrafında kilitlenir. Ziyaretçisi gelen o günün kahramanı olur, ses tonu, davranışları, yürüyüşü bile değişir. Sanki güven tazeleme merasimidir ziyaret günü... Dışarıdan gelenler, özgürlüğün kokusunu getirirler içeri ama bunun farkına asla varmazlar.”(s.18)

Yazar, cezaevindeki günlerini kitap, dergi ve gazete okuyarak, güncesini yazarak, ibadetlerin bir parçası olan Kuran-ı Kerim okuyarak kendisini yenilemeye, geliştirmeye çalışır. Kendisi bu durumunu aksiyon adamı olmaktan fikir adamı olmaya yöneliş olarak yorumlar. Okuma ve yazma beraberinde düşünme eylemini aktif olarak kullanmayı getirir. Özellikle dünya görüşünün sorgulanmasına ve yaşanılan olaylar hakkında o dönemin ilginç tahlilini yapar: “Türkiye, bu yıllarda bir ateş çemberinden geçti. Toz, duman ve kan içinde savrulup giden bir nesil vardı. Ülkemin kara göklerine bakarak, zaman zaman gözyaşı döken, zaman zaman mermiler kusan bir nesil. Nasıl bir çaresizlik içine düşülmüştü ki, ölüm çare oluyordu bazen, yok etmek çare, yok olmak çare oluyordu. Zor ve acımasız günleriydi ülkemin. Herkes kadar herkes kadar haklı, herkes herkes kadar haksızdı. Suçlu ve suçsuz kavramlarına inanmıyorum. O günün şartları içinde, olayları yaşamaktan, takip etmeye zamanımız kalmıyordu. Ne için ve kim için ölüyorduk, öldürüyorduk? Bu sorunun cevabını kendi şahsım adına biliyorum, ama bilmeyerek ölen ve öldüren yüzlercesini tanıdım. Sadece macera ve hareketin olduğu yere akan yüzlerce insan… Onlar için ideal, ülkü, ufuk gibi kavramlar yoktu. Öncelikle mensubiyet duygusunu yaşayarak, kendilerini bir yere mal ederek var olmanın yollarını arayan bir sürü insanın, siyasi aksiyon içine katılması seviyeyi müthiş düşürdü. İdeolojik militarizm, şahsî inisiyatifin eline geçmeye başladı. İhtiraslar, hesaplar karıştı işin içine. Kıyım işte bu noktada başladı ve hiçbir kabahati, günahı olmayan masumların canı yandı.”(s.132)

Edirne Cezaevindeki günlüklere göre siyasî mahkûmlar yetkililer tarafından herhangi fiziksel işkenceye tutulmaz. Koğuşlarda farklı görüşlerdeki mahkûmlar karışık bir şekilde bulunmamaktadır. Cezaevinde özellikle de kışın ısınma ile ilgili sorunların had safhada olduğunu günlüklerden öğreniyoruz.

KAPIALTI[2]

Kapıaltı, yazarın Edirne Cezaevi’nden yola çıkıp Malatya Cezaevi’ne ulaşmasıyla başlayıp 11 Aralık 1986 yılına kadar ki günlüklerden oluşmaktadır. 83–84 yılları arasında tutulan güncelerde sadece yıl olarak yazılmış gün ve ayın tarihi belirtilmemiştir. Yazarın Malatya’daki Cezaevi günleri Edirne Cezaevindeki günlerine göre daha sancılı, zorlu geçmektedir. Özellikle Edirne’den gelmeleriyle birlikte işkence de başlamaktadır. Her ne kadar ülkücülerin ihtilal sonraki günlerdeki “Mamak” işkencehanesi kadar olmazsa da yaşanılanlar korkunç düzeydedir. Karıştır-Barıştır politikasının yansıması olarak farklı görüşteki mahkûmları aynı koğuşa konulur. Bundan dolayı da kavgalar sıradan hale gelmektedir. Misal olarak bazen kavga yapmamaları için yemekte kullanılan çatal, kaşık, bardak, sürahi ve benzeri eşyalar dahi ellerinden alınır, yemekler kaşıksız, çatalsız yenilir. İlk birkaç yıldan sonra işkence azalır, koğuşlardaki farklı görüştekiler ayrıştırılır. Cezaevindeki kavgalar sadece karşıt görüştekiler arasında olmaz. En yakın arkadaşlar ve dava arkadaşları arasında dahi olur. İlk yıllarda tutulan günlükler az olmakla birlikte yaşam koşullarının iyileşmesiyle birlikte güncelerin de düzenli olarak tutulması dikkat çeker. Kapıaltı günlükleri ile Yanıkkale günlüklerini karşılaştırdığımızda Malatya’daki güncelerde daha çok gündem ile ilgili haberler, okunan gazete, dergi ve kitaplar daha fazla yer tutar. Yazar, hoşuna giden, ilgisini çeken eser ve şiirler hakkında günlüğüne kayıt düşmektedir. Fahir Armaoğlu’nun “20. Yüzyıl Dünya Siyasi Tarihi”nden, İbn-i Haldun’un “Mukaddime” sine; George Orwel’in “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”ünden, Osman Turan’ın “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi”ne; Cemil Meriç’in “Mağaradikiler”den, Yavuz Sultan Selim’in ”Divanı”na kadar birbirinden farklı kallavi birçok kitap okuduğunu günlüklerden çıkarıyoruz. Bu okuma serüvenin ileriki yıllarda yayıncılık ve yazarlıkla sonuçlanacağı da iyi biyografi okurları tarafından sezebileceğini tahmin ediyorum.

Cengiz, bunun dışında cezaevine düşmeden önceki ve firar günleri hakkında da zaman zaman bahsetmektedir. Kendisinin avukatının şimdiki DP Genel Başkanı Hüsamettin Cindoruk olduğunu, İstanbul’da yazar ve yönetmen Gani Müjde ile de kavga ettiklerini belirtir.

[*] Eğitimci- Eposta: ikizkuyu@yahoo.com 

[1] Oğuzhan Cengiz, Yanıkkale, 207 sayfa, 4. baskı, 2005, İstanbul, Bilgeoğuz Yayınları

[2] Oğuzhan Cengiz, Kapıaltı,  274 sayfa, 13. baskı, 2005, İstanbul, Bilgeoğuz Yayınları

Bu yazı 2574 defa okunmuştur .

Son Yazılar