Aklımız duygularımızın neresinde?..
Prof. Dr. Ahmet İNAM

Prof. Dr. Ahmet İNAM

YAZIYOR...

Aklımız duygularımızın neresinde?..

19 Mart 2018 - 11:04

Akıl ve duygu ilişkisi hayatımızın çok önemli ilişkilerinden. Çünkü, biz insanlar hayatımızdaki yaşam serüvenimizde aklımız ve duygumuzla yaşıyoruz. Aklımız ve duygularımızı taşıyan maddi dayanak da bedenimiz. Bedenimiz, aklımız, duygularımız ve diğer insanlarla, çevremizle girdiğimiz ilişkilerimiz bizi oluşturuyor. İnsanlık tarihine baktığımızda, akıl duygu ilişkisinin çok düşündürücü olduğunu görebiliriz. İnsanlar, akılları ve duygularıyla, kendi kapasiteleri oranında, güçleri oranında yaşamayı bilmiyorlar. İnsanın geçmişine baktığımızda, sanki daha iyi bir hayat yaşayabilirdi gibi geliyor. Daha iyi olabilirdi. İnsanın donanımı, yeteneği buna daha uygundu. Ama, öyle değil de, böyle oldu. (Belki de böyle olması zorunluydu. Bu da bir tartışma konusu.) Başka türlü olamazdı; çünkü insanın, hayatını düzeltebilecek birtakım donanımlara sahip olduğunu anlaması için uzun yüzyıllar geçmesi gerekiyordu. Şimdi öyle bir noktada bulunuyoruz ki, İsa'nın doğumundan bu yana geçen süre içinde ve ondan önce insanların yazıya geçişi, uygarlıkları oluşturuşu, yerleşik düzene geçişi, teknolojiyi ve bilimi başlatışı. Bütün bu tarihleri içerisinde insanın bu serüvenini düşündüğümüzde, oldukça zengin bir birikime sahip. Yani insan için umutsuz olmak için sebebimiz yok. İnsan çok yanlış yapmış ve hâlâ yapmakta. Çok acı çekiyoruz. Çoğumuz mutsuzuz bu dünyada. Ama bu günkü mutsuzluğumuzla, geçmişteki mutsuzluğumuz arasında fark var. Belki bu gezegendeki hayat bitinceye kadar böyle problemler sürecek. Belki insanın hayatı dediğimiz serüven bundan başka bir şey değil. Yani hep acılarla, mutsuzluklarla, eksikliklerle, özürlerle süren bir yaşam; ama yine de dönüp baktığımızda bir şeyler öğrenmekte olduğumuzu görüyoruz. O yüzden geçmişteki yanlışlarımız ve mutsuzluklarımız; yaşadığımız haksızlıklar, zulüm ve çirkinlikler, şimdiki yanlışlardan, mutsuzluklardan, zulümlerden ve çirkinlikten farklı. Hiç değilse matematikçilerin deyimini kullanırsak, epsilon kadar bir farkı var. 

İnsanın kendisini tanıması çok önemli. Çünkü yaşadığımız mutsuzluklar ve sorunların ardında, çirkinliklerin, eksikliklerin ardında biraz da kendimizi tanıyamamak, kendimizle yüzleşememek, geçmişte yaptıklarımızla hesaplaşamamak yatıyor. O yüzden aklımız ve duygularımız arasındaki ilişkinin, insan olarak bizim kendimizi daha iyi tanımamızda yol gösterici olabileceği gibi bir umudum var. 

Akıl, bizim elimizde olanlardır. Aklımız, bizim yönetimimiz altında olan, farkına vardığımız, bir ölçüde dilediğimizce yönlendirebildiğimiz gücümüz. Tabi aklımızla her sorunu çözemiyoruz; ama nerede çözemediğimizi biliyoruz. Nereye kadar çözebildiğimizi biliyoruz. Aklımız kendi üzerine de düşünebiliyor. Dolayısıyla akıl, hem dünya hakkında hem kendisi hakkında bilebiliyor; bilgi sahibi olabiliyor. Dünyadaki sorunların üstesinden gelebiliyor. Aklımız deyince sadece bilim yapan, teorik düşünen, felsefe yapan aklımızı anlamıyorum. Aklın çok değişik boyutları var. Teori yapan, anlayan, sorgulayan, düşünen yanının yanında, aklımızın duygularımıza yakın özellikleri de var. Mesela sanat yapan yanımız da bir ölçüde aklımızla başarılır. Hatta insanın aşkı yaşamasında da aklın payı olabilir. Hatta bana sorarsanız aşk, akılla yaşanan bir şeydir. Genellikle akılsızların yaşadığı durumlar olarak anlaşılır; ama akılsızların yaşadığı aşka ben "şk" diyorum. "A" sı yok. Çünkü akıl olmayınca "a" harfi de aşktan kalkıyor. "şk" gibi bir şey kalıyor. Aklı bu kadar geniş algılarsak, belki biraz çarpıtmış oluyorum anlaşılagelen anlamı da, ama biraz da genişletmiş oluyorum. Yani gayet bilinçli, farkına vararak, isteyerek, planlayarak, umut ederek, bekleyerek, tasarlayarak, hazırlayarak gerçekleştirdiğimiz yaşam atılımlarının kendisinde aklımızın payı var. Tabi aklımızın gücü her şeye yetmiyor. Tanrı dediğimiz bir güç omnipotent bir şeydir; yani her şeye gücü yeten, kadiri mutlak olabilir. Ama bizim öyle bir gücümüz yok insan olarak; yine de bir gücümüz var. İşte insan bu gezegendeki hayatı daha güzel yaşayabilirdi ya da yaşabilir ya da yaşayabilecek dediğimizde insanın akıl gücünü gözönüne alarak bunu söylüyorum. İnsanda böyle bir güç vardır; ama böyle bir gücü harekete geçirebilmesi, böyle bir gücün her şeyden önce ayırdına varmasıyla, bilincine varmasıyla olanaklıdır. Yoksa bu güç, potansiyel halinde, uyku halinde, eskilerin deyimiyle atıl olarak bizde bulunur; aslında akıllıyızdır, ama aklımızı kullanamadığımız için kimse bize akıllı diyemez. 

Hayat tamamen tesadüflerle, rastgele, bir derenin üzerindeki kurumuş bir yaprağın akışı gibi, tamamen dış güçlerin eline bırakılmış bir akış değildir. Hayatımızı bir ölçüde elimizde tutma olanağımız vardır. İşte bu gücün tam kendisine değilse, bile bu gücün büyük bir bölümüne akıl diyorum. Bu gücü kullanamayışımızın ardında duygularımızla ilişkilerimiz yatıyor olabilir; çünkü yaşam korkağı insanlarsak, risk almıyorsak, kullanmadığımız aklı potansiyel halinden etkin hale geçiremiyoruzdur; aslında gücümüzün içinde bulunanı, bizim farkına varmadığımız ve yeterince cesur, yeterince yiğit olamamaktan kaynaklanan korkaklıktan dolayı, gerçekleştiremediğimiz bir enerji olarak, bir güç olarak, bir yeti olarak, bir yetenek olarak, içimizde hareketsiz bırakıyoruzdur.

Duygularımız nasıl bir şeydir? Duygular, genellikle elimizde olmayan, aklımızın dışında, eski deyimle söylersek "maruz kaldığımız" şeylerdir. Yani bizim dışımızdan, v bir rüzgar gibi, yağmur gibi gelirler. Bize uğrarlar, biz onlara uğrarız. Kazaya uğramak gibi bir şey. "Ben şimdi biraz sonra kıskanıyım" deyip, kıskanma durumunu, kıskançlık duygusunu yönetemeyiz. Etrafa belli etmeyebilirsiniz de, ama o duygu içimizde olup biter. Nereden geliyor bu? Maruz kalıyorsunuz, uğruyorsunuz, üzerinize geliyor. Belki bundan dolayı, yüzlerce yıl düşünürler duyguların akıl dışında bir alanda olup bittiklerini söylemişlerdir. 

Ne aklımızın ne düşüncemizin bizi hiç bırakmadığını, sürekli akış halinde olduğunu, bu akışın kimi zaman da durgun, durağan olduğunu düşünüyorum. En soyut matematik problemini çözerken bile duygularımızla birlikte çözümü yapıyoruz. 

Soyut düşünmemiz veya bilimsel araştırmada düşünme biçimimiz hep duygularla olan bir şey. Belki de duygu durumlarımız, duygu dünyamız, duygu sağlığımız yerinde olmadığı için, düşünce akışımız engelleniyor olabilir. 

Bütün yaşam sorunlarını çözmedeki gücümüz nereden geliyor? Aklımız mıdır sadece? Düşünme bizim farkına varmadığımız biçimde de iç dünyamızda devam ediyor. Aklımızın bir yanı düşünmeye devam ediyor; ama biz onun farkında değiliz. Demek ki, gözümüzden yahut bilincimizden, aklımızın ışığından kaçan yalnız duygularımız değildir; aklımızın işleyişinin bir kısmı da aklın ışığından uzaktadır. Karanlık bölgede cereyan eder. Duygularımız da aynı biçimde bizim dışımızdadır. Ama aklımızın egemen olduğumuz kısmıyla, işte bu bilemediğimiz yanlarla ilişkiye geçme olanağı vardır.

Duygularımızın o akılsal bileşenini yakalayabilecek akıl keskinliğine sahip miyiz? Bunun için aklı bileylemek gerekiyor. Aklımızı keskinleştirmenin imkanı vardır. Keskinleştirerek, duygularımızı tanımayı olanaklı kılabiliriz. Bunun için de aklın gücü içerisine alışılagelmiş anlamıyla iradeyi de katmak gerek. Duygu, akıl ve eylem bütünlüğünü kurabilmek gerek.

Duygularımızı dinleyebilen, duyguların sesini aklın ve iradenin kulağıyla anlayabilen, akıl dışı sesleri aklın kulağıyla dinlemeyi bilen bir insan için, eyleme geçebilme gücü de varsa, akıl dışı olanı adım adım tanıma ve aklın alanına katma olanağı da vardır.

 

(10 Mart 2004 Tarihinde TÜBİTAK'da yapılan konuşma özeti)

Bu yazı 2286 defa okunmuştur .

Son Yazılar