Ben kabak kafalı, bastı bacak, şiş göbek bir yazar...
Prof. Dr. Ahmet İNAM

Prof. Dr. Ahmet İNAM

YAZIYOR...

Ben kabak kafalı, bastı bacak, şiş göbek bir yazar olmasaydım...

08 Haziran 2018 - 09:54

Elbette sırım gibi bir dansçı olmak isterdim. Kabak kafalı, bastı bacak, şiş göbek bir yazar olmasaydım; yediği abur cuburun etkisiyle koltuğuna iyice gömülmüş, düşüncelerinin ağırlığıyla kımıldamakta zorluk çeken. ("Düşüncelerinin ağırlığı" sözünden rahatsız olacakları mutlu etmek için: "Düşüncelerinin hafifliğinin bile gömüldüğü yerden onu hareket ettiremediği" gibi bir ifade ile anlatım değişikliği yapabilir...) Gün geçtikçe, zaten kısa olan boyunun, giderek küre hâline gelen bedeni içinde yitip gittiği bir yazar olmasaydım, yazdıkça, şişmanlayıp, şişmanlayıp patlamaya hazır olmasaydım... Her ritme ayak uyduran, müzikle kaslarının bütünleştiği bir dansçı olarak, ruhunu bedenine katmak isterdim. Ritmi bile bedenin dönüşleriyle değiştiren. O denli hafif, o denli göğe yakın, uçarı, dur durak bilmez bir enerji odağı; kırlara çıkar, ormanlarda fırdolayı döner dururdu. Rüzgarlara bırakıp kendimi uçmayı denerdim. Yağmurda, karda çırılçıplak dağ bayır koşmak koşmak, koşarak düşüncelerime yetişmek olurdu amacım. 

Bedenimin düşüncelerimi geçmesi ne güzel olurdu, amansız yarışında ruhumla tenimin! Cevval, haşarı, acar, yerinde duramaz bir beden ve onun ardından, ona yetişmeye çabalayan ruhum... (Şimdi ise, şişmiş bir silindir gibi, onca ağırlığıyla eziyor bedenim ruhumu! Sıkıyor boğazını ruhumun, neredeyse boğdu boğacak...) Yerleşik düşünce hapishanelerini aşıp, sınıfların, dershanelerin, okulların, toplantı salonlarının, matbaaların duvarları üstünden, temiz havaya, serin yaylalara, sarp dağların yamaçlarına sokularak, evrenden gelen müziğin bitimsiz ritmiyle dansetmek... Bedenimin bilgeliğine güven duyardım. O, egemen dans tekniklerini bilir, kendini bu teknik bilgilerin üstesinden gelecek denli iyi yetiştirirdi. Bir balet gibi dans edebilirdi örneğin; diskoların en haşarı figürlerini yapabilir, perende atıp, tek eli üstünde dönerek, dakikalarca çok farklı biçimlere sokup kendini, dinlediği müziğe kaslarıyla yol gösterebilirdi. İstese sahnelerde akrobatik danslarla insanların yüreğini ağzına getirebilirdi; her türlü folklor oyununu bilir, bedenini bu oyunlarla türküleyebilirdi. 

Elbette bunların hiçbirini, onlara ait bilinmesi gerekenleri bildiği halde yapmazdı. Çok iyi bir dansçı olup çıkardı bedenim, bir bilge dansçı. İçindeki müziğin ritmiyle bir alev olup yanardı raksı. Tenhadâ. Gösterişsiz. Ruhların merak ettiği bir beden. Ruhlara özgürlük yollarını işâret eden bir beden. Aristoteles'i hop oturtup hop kaldıracak filozof bir beden. 

Nasıl bilge olabilirdi bir beden, hem de bir dansçı olarak? Bilge beden, ruhuyla ilişkiye geçme yollarının en önemlisi olan müziği duyardı. Müziği duyan beden, müziğe yanıt vermeliydi. Yanıtı danstı. Dans, bedenin kendi olanaklarını keşfetme yolunda çok önemli bir adımdı. Dansta beden ruhuyla konuşur. Ruh, bedeni duyar. Dansta, beden kendini açar, kendini duyurur. Ruha yol açar. Ruha kapı açar; ruh, bedenle ilişkiye geçmeye hazırsa.

Elbette bedenin özgürlüğü, ruhun özgürlüğü ile olanaklıdır. Bedeni bilge, ruhu ham halat bir insan olamaz. Alışılagelen bakışta, ruh bedenin arzularından arındıkça özgürleşir, anlayışı vardır. Beden denetlenmeli, azgın arzularından arındırılmalıdır! Beden kuduruktur, akıl dışı arzularla doludur. Ruh, aklın gücüyle bedeni dize getirip, onu aklın buyruğuna sokmalıdır!

Bedeni tutsak etmeye yönelik, beden zulmü, ruhları yönetmeye yönelik siyasal güçlerin işine gelebilir. Beden üzerine konulan yasaklar bedenin ezilmesine yol açar. Bedeni ezerek, ruhu denetim altına alabilirsiniz. ( Örneğin, işkence; örneğin, bedenin şeytanın elinde olduğunu söyleyip, insanlar üzerine egemenlik kurmaya kalkan dinsel kurumlar!)

Bedeni özgürleştirmek, bedeniyle iletişime geçebilen ruhların başarabileceği bir çabadır. Doğrusu, bedenle ruhu birbirinden çok ayrı varlıklarmış gibi almak elbette çok yanlıştır. Yine de, bedenimizle ilişkimizde gelenekten gelen bu iki kavram arasındaki ayırıma kulak vermek gerekebilir. Bedenle ruhu muhabbete sokabilmek, bedeni dansa, türküye açabilecek özgür ruhların işidir. Özgür ruh, özgür bedenle sağlanabilir. Öyleyse, ruh-beden ilişkisi, birbirini destekleyen etkileşimlerle yürüyor. Ruh bedeni, beden ruhu ezmemeli. Beden dansçı, beden bilge, beden özgür ise, ruh da kalıplarını kırmış, sınırlarının, olanaklarının ayırdında, düşüncelerle dans edebilen, sorumluluk sahibi bir bilge olmaya çabalayandır. 

Bedenin bir iç bilgisi var. Ustalaşan bir piyanist örneğin, parmaklarına emanet edebilir kendini; bisiklete binen biri, bir sürelik alıştırmadan sonra bedenine bırakabilir bisikleti. Bilir beden; ayaklar, siz unutsanız da, kimi zaman sizi gideceğiniz yere götürebilir. Bedenin yapabileceğine, bedenin bilgi ve gücüne emanet edebilmeliyiz kendimizi. Bedenimize güvenerek. Beden özürlü birinin ruhu elbette özürlü değildir. Burada sorun, beden-ruh diyalogunu kurup, bedenin kendi olanaklarıyla ruha nasıl ulaşacağı sorunudur. 

Evet, bedeni kof, ruhu kof biri olmasaydım, bedeni özgür bir dansçı olmayı dilerdim. Bedenin özgürlüğü, ruhun zincirlerini çözen bir dansçı. (Yoksa beden budalası, ruhu budanmış, vasat zekâda, memur zihniyetli bir dansçı değil!)
Oturduğum sandalye, bedenimin ağırlığıyla eziliyor, ruhumun da bedenimin ağırlığı altında canı çıkıyor.

Yine de, gece üçlerde, gizlice yatağımdan kalkıp, bahçeye çıkıyorum. Çam ağaçlarından gelen rüzgarın uğultusunu duya duya, bahçenin bir yerlerinde saklanarak beni hafif alaycı seyrettiklerini düşündüğüm kedilerin gözü önünde koca göbeğimle dansımsı tuhaf, o derece de gülünç hareketler yapıyorum. Sonunda anlıyorum ki, ben kabak kafalı, bastı bacak, şiş göbek bir yazar olmasaydım, yine kabak kafalı, bastı bacak, şiş göbek bir yazar olurdum. 

---------------------------------------
Eylül 2005, Ankara

 

Bu yazı 3543 defa okunmuştur .

Son Yazılar