Bir bahar daha hıdrellezle geçip giderken...
Mürşide AYHAN

Mürşide AYHAN

HAYATA DOKUNANLAR

Bir bahar daha hıdrellezle geçip giderken...

05 Mayıs 2018 - 16:02

  Hani kışa girerken hazırlanırız bir telaşla. Kışa bir hürmet bir itibar... ‘’Kış gelmeden’’ diyerek koştururuz, kışlıklar hazırlanır, turşular, kurutulmuş sebzeler, konserveler, derin dondurucuya konulacaklar; kendimizce, ne yapabiliyorsak. Çatılar gözden geçirilir, odun kömür alınacaksa alınır, kışlık giyecekler çıkartılır, kış beklenir.

           Bahar öyle mi ya? Nazlı nazlı, yollarına bakarken geliverir. Hazırlıksız yakalanırız bahara. Ayağımızda çizmeler, botlar, sırtımızda kabanlar, paltolar ne olduğunu anlayamayız bile. Çekingendir bahar, geleyim mi? Gelmeyeyim mi? Utanır birden çıkıp gelmekten. Güzün soyunup dökülmesinden, saçılmasından, kışın çıplaklığından utanır, hemen giydirmek ister doğayı kimselere belli etmeden.

         Dikkatini başka yerlere çekmek ister insanların. Havaya cemreyi düşürür önce, biz havalara bakarken, suya düşer diğer cemre, sonra toprağa… Bazen hemen gelivermez, ağırdan satmak ister kendini, soğuktu kardı kıştı derken oyalar durur bizi.  Bazı ağaçlar acele eder açmak için, bir sabah bakarsınız ki dalların tomurcukları çiçeklenmiş. Sanki ilk defa görüyormuşçasına şaşırırız. Kış baba durur mu? Kıskanır mı? Çekemez mi baharı? Bilmem, hemen yağdırır karını,  dolusunu, estirir soğuğunu ‘’Ben gitmedim daha’’ dercesine Mart’ı uydurur kendine. Soğuk vurur güzelim meyve olacak çiçeklerini.

         Yıldıramaz baharı, kış mevsiminin kaprisleri, bekler sabırla... Gök kuşağını sarar meydanlara çıkmadan önce, gökleri gürledir, şimşeklerini çaktırır, hızını alamazsa coştukça coşar sellerle merhaba der.  Kardelenini gönderir, çiğdem, papatya, gelincik derken renkleniverir kırlar bayırlar. Doğa yeşillerini kuşanırken, güneşin bulutla dans edişini, bir görünüp bir kayboluşunun farkında olmayız çoğu kez. Hele berrak yağmurun damlaları toprakla buluşmasındaki o mis kokusu… En güzel kokudur, toprak kokusu.  Kış uykusundan uyanır canlılar.  Kuzuların meleşmesi, kelebeklerin, börtü böceklerin uçuşması, bülbüllerin kırk nameli ötüşleri, güle kendi kendine sevdalanışı, başında kır çiçeklerinden tacı ile ilkbahar prensesinin gelişinin kutlamasıdır.  Sonbaharın hüznü bizi kışa hazırlarken, kış tüm zorluklara rağmen gelecek baharı taşırken, bize sabrı, umudu öğretir.

          İlkbahar yeniden doğuştur, neşedir, gözlerimize sunulan rengârenk bir manzaradır. Kış yaşlılık ise, bahar gençliktir. Gençliğin enerjisi ile kıpır kıpırdır yüreği. Her yer çiçek açar yeşillenir de insanlar durur mu? Onların gönüllerinde de umut açar, yaşama sevinci açar, aşk açar. Şairler şaha kalkar, nağmeler bir başka çağlar. Baharın gelmesi ile kutlamalar başlar. Önce Nevruzla, Hoş geldin denilerek açılışı yapılır baharın. Nevruz dünyanın en eski bayramıdır. Her kültür kendi çapında kutlar. Bahar, yeniden canlanmaya başlayan doğanın insanlara sunduğu bolluğu, bereketi, sevgiyi, kardeşliği, paylaşmayı ve dostluğu simgeler.  Bu canlanma içinde ben de çocukluğumuzdaki o güzel günleri hatırladım, çocukluğumun baharlarını dolu dolu yaşadığımı anladım.

Sıcak yaz günlerine geçmeden kırkikindi yağmurlarının ardından birde adine yaptık ilk defa çocukluğumda. Hiç unutamadığım güzel bir etkinlikten aklımda kalan;

 ‘‘Ey Adine Adine,

Şalgam, börek tadine  

 Bir kaşık yağdan,

 Bir kaşık tuzdan

Ver Allah’ım ver,

 Gani gani yağmur’’

 

Dört çocuğun,  dört ucundan tuttuğu sofra mendili (bezi) ile kapı kapı dolaşıp, beklediğimiz kapının açılması ve ev sahibinin büyük hoş görüsü içinde bulgur, soğan, yağ gibi pilav için gerekli malzemenin toplamıştık. Malzeme alınınca;

 ‘’Bir halka, iki halka

 Bu teyze eviyle, damıyla

Kâbe’ye kalka’’ manisi söylenmişti. Kapı açılmazsa,

‘ ‘Bir hasır, iki hasır

Bu teyzenin göbeği

Kabarsın fasır fasır’’ diye beddua edilip, diğer kapılara gidilirdi. Yeterince bulgur, yağ, soğan, kasaplardan veya komşulardan biraz et topladıktan sonra Mahallenin teyzesi pilavı pişirmişti. Herkes evinden tabağını ve kaşığını getirdi. Hep birlikte gülüş, çığrış Adine Pilavı yemiştik.

 O çocukluk yıllarında nedenini bilmeden katıldığım kendiliğinden organize olan bu oyunun içinde yer almamın bir sebebi varmış meğerse. Bu pilav yağmurdan sonra şükür amaçlı yapılırmış. O yıllardan sonra hiç karşılaşmadığım bu güzel geleneği yeniden memleketimde yaşatacakları için mutluyum. Başka şehirlerde böyle bir etkinlik oluyor mu? Hiç duymadım. (Konya’da üç aylara girerken, Regaip kandili günü çocukların katıldığı kapı kapı dolaşıp şivlilik diye çerezler topladığı özel gün vardır. Hala devam ediyor. Bu günün gecesi de fener alayı düzenleniyor. Konya’ya özgü güzel bir gelenektir. Çok katılmışlığım vardır o günlere…)

Bahar günleri başka kutlamalara da sahne olur. Hıdrellez her yıl 6 Mayıs’ta kutlanan sıcak yaz günlerinin habercisi olarak karşımıza çıkar.  Büyük şehirlerde pek bu kadar renkli kutlanamıyor baharlar, hıdrellezler. Bir yaşam telaşı içinde koşturarak geçiyor bu güzelim baharlar, mevsimler, ömürler…

Hıdrellez, inanışa göre iyileri mükâfatlandırıp, kötüleri cezalandıran, zorluklarda yardımcı olan ve bolluğa kavuşturan Hızır'ın İlyas peygamberle buluştuğu 5 - 6 Mayıs tarihlerinde bir bayram olarak binlerce yıldır kutlanıyor.

 

       Sağlık-şifa arayışları, yeşilliliklerin büyümesi gelişmesi, Bereket, bolluk, Uğur-şans, Mucize- keramet, Talih ve kısmet arayış ve beklentileri bu gün olacağına inanılan dileklerdir.


 Her hıdrellezde yine Afyon’un çocukluğumdaki kutlamalar gelir aklıma. Bir gün öncesinden yapılan hazırlıklar, kim ne istiyorsa dileğini sembolik olarak şekillendirir. Gazete kâğıtlarından altın, bilezik, para yapanlar, taşlardan ev çizenler… Su dolu toprak çömlek içine; mahallelinin özellikle genç kızların birer küçük eşyalarını atıp gül ağacının dibine gömmeleri.  Hiç unutmam halamın kızı da (15-16 yaşlarında), taşlardan büyük bir bahçe içine iki katlı ev yapmaya kalktı. Topladığı taşlar ancak evin bir katına çıkmaya yetti, ikinci katının da iki odasının duvarını çıkabildi. O kadar taş aradı bulamadı. Çünkü herkes taşlardan müstakil bahçeli evler çizmiş mahallede taş kalmamıştı. ‘’Hızır dede versin de bu kadar olsun’’ diyerek yarım kalmıştı evi.

Hıdrellez sabahın erken saatlerinde, çömlek gömüldüğü yerden çıkarılarak, içindeki eşyaları bir mani eşliğinde kura ile okunuyordu. Çıkan eşya kime aitse, o maniden bir mana çıkartıyordu.

Afyon,  Afyon içinde,

Afyon alevler içinde,

Yanma Afyon yanma,

Bir sevdiğim var içinde.

 

Samanlık dolu saman, 
Uyan nişanlım uyan ,
Eller düğün yapıyor,
Bizim düğün ne zaman.

 

Yolum bayırdır arabam gitmez,
İtmeye de gücüm yetmez,
Son nefesime gelsen de,
Sana olan sevgim bitmez.


Ağaçlar gelin oldu

Her taraf gülle doldu
A benim ömrüm varı
Nedendir benzin soldu?

 

 

Afyon'un çarşısına,

Gün doğar karşısına,

Hiç insan âşık mı olur?

Bir kapı komşusuna.

 

Kimi manisinden memnun ‘’Kader’’ derdi, kimi utanır, güler kaçardı. Bir şenlik içinde tamamlanmıştı içindeki niyetlerinin dışa vurumu.

Gül dallarında asılı bilezikler, paralar, altınlar da yılına kadar gerçekleşmesi dileği ile saklanırdı. O gün sabah erkenden; bugünkü Endüstri Meslek Lisesinin, o zaman ki eski Sanat Okulunun bahçesine gittik mahalleli komşularla. Bahçe duvarından öteye geçemeden bakıp duruyorduk. Neye bakılıyordu bilmiyorum. Mezarlık kalıntıları ortaya çıkmış, yemyeşil boşluk. Bahçenin içinde bir adam, başında sarık, sakallı bir dede,  farklı kıyafetler içinde elinde kamçısı geziniyordu. Başka kimse yok gezinen.  Anneme ısrarla dedeyi gösteriyorum görmüyor. ‘’Hani nerde? ‘’ deyip duruyor. Ben mezardan birinin dirilip kaçmaya çalıştığını sanıyorum. 5-6 yaşlarındayım. Komşulardan da gören yok. Herkes benim Hıdır dedeyi gördüğümü sandı. Ben ise bugün bile bir anlam veremedim o gördüklerime…’’ Acaba Hıdır mıydı?’’

 O gün öğlene doğru, genç delikanlılar, büyük gürültüler içinde sürüyerek getirdikler tahta kasaları yaktılar. Büyükçe bir ateşin içine bir de otomobil lastiği atıp iyice alev almasını beklediler. Yanan ateşin üzerinden ‘’Düşmana küfür’’ haykırışları arasında atladılar. Ateşin üzerinden atlamak günahların dökülmesini sağlıyormuş. Mahalle aralarında kurulan tahta salıncaklarla bir uçtan bir uca sallanan gençlerin çığlıkları hala kulaklarımda.

   Afyon kalesine çıktık büyüklerimizle, oradan bağıranlar ne dilekleri varsa dile getiriyorlardı. En son Afyon’un meşhur Hıdırlığında piknik yaptık. Deper çeşmesinin üst taraflarındaki düzlük alanda idik biz. Hıdırlığın yamaçları da dolup taşmıştı. Soğan kabuğu ile boyanmış, otlarla kaynatılmış rengârenk yumurtalarla, yumurta tokuşturulur, kırılanın yumurtası alınır, üttük diye sevinilirdi.  Havada uçurulmaya çalışılan kasnaklılar (uçurtmalar) yarıştırılıyordu. Çocukları için yaptıkları rengârenk kasnaklıları babalar uçuruyor, çocuklar babalarının elinden alamadığı için derder tepiniyordu. Nişanlı kızlara, hıdrellez geleneği olarak, bugünün anısına hediyeler sunuluyordu Hıdırlıkta… Hıdırlığın etekleri, tepeleri ana baba günü gibi kalabalık herkes yazın gelişini kutluyordu.

 Dilekleri yerine geldi mi bilmem? Ama birkaç yıl içinde halamlar ev yapmaya kalktılar, çimento fabrikasının oraya.  Halamın kızının hıdrellezde yaptığı ev; aynen projesini çizdiği gibi(!) birinci katını bitirdiler, ikinci katına gelince yıllarca bekledi tamamlanmak için… ‘’ A kızım, bir iki taş daha bulaydın da tam yapsaydın şu evi’’ diye söylendi durdu enişte…

Her yıl Hıdrellez sabahı, Hızır’la İlyas’ın buluşması, madde ile mananın buluşması, evvelle ahirin buluşması, ruhla bedenin buluşması, toprakla suyun buluşması, âşıkla maşukun buluşması, Âdem’le Havva’nın buluşması, Her şeyin berekete dönüşmesidir.

Bir bahar daha geçip giderken, gelecek baharların, yaşam tohumlarını serpelim ki üzerimize umutlar yeşersin, sevgiler pekişsin, dostluklar artsın…

 

Mürşide AYHAN

 

 

Bu yazı 2546 defa okunmuştur .

Son Yazılar